TUFAN ERHÜRMAN, KABUSUNA HOŞ GELDİN

Kiki Dimula bir röportajında, “Umudu en çok tüketenler karamsarlardır. Aksi takdirde, karamsar olmaya cesaret edemezlerdi. Fakat bunu gizlice ve kurnazca yaparlar” diyerek, (kendisi gibi) doğal karamsarların aslında en büyük umutları beslediklerini ima etti. Dimula şöyle devam ediyor: “Onlar ikiyüzlüdür. Mutlak üzüntü, güvensizlik ve sürekli sorgulamanın ortasında, bir şeyin gerçek olamayacağını, bir şeyin güzel olamayacağını söylerler.”
Bu köşeyi düzenli okuyanlar, makalelerimde genellikle şair, yazar, akademisyen veya filozofların alıntılarına yer vermediğimi bilirler (bunu, Paulo Coelho’nun kendisinden daha fazla aforizmasını bilen influencer’lara bırakacağım!). En fazla Stephen King veya Poe’dan bir alıntı yapabilirim, ya da belki “eğer inşa edersen, gelirler” minvalinde bir film alıntısı. Dimula’yı okumuyorum çünkü genellikle şiirle ilgilenmiyorum (romantik, sembolizm yüklü şiir dünyası için fazla siniğim) ama Reels’da bu alıntıya rastladım ve o zamandan beri aklımdan çıkmıyor. Tanrım, ya o haklıysa? Ya yetişkinlik yıllarımın neredeyse tamamını özenle inşa etmeye harcadığım bu devasa, sözde aşılmaz pesimizm duvarı, aslında umudu dışarıda tutmak için değil de, içinde saklı olan umudun kaçmasını engellemek için inşa edilmişse? Sessiz Hasta veya Sebastian Fitzek’in herhangi bir eserine yakışır şok edici bir twist (ve bu, kültüre ilgi duymakla pop kültüre ilgi duymak arasındaki farktır).
Ancak merak etmeyin, bu, ruhumun iç işleyişinin, küçük Regan’ın Peder Karras’ın yüzüne attığı bezelye çorbası gibi üzerinize boca edileceği türden bir yazı değil. Karamsarlığa (ya da Dimula hanıma göre kurnaz umuda) yapılan atıf, tamamen işgal altındaki topraklarda yaşanan seçim sonuçlarıyla ilgilidir. Fakat, devam etmeden önce, önemli bir uyarı: Bu metin, son 50 yıldır Kıbrıslı Rumların koltuk direnişinin temelini oluşturan ‘sözde’ ve ‘sahte’ gibi aşırıya kaçan tırnak işaretleri ve utanç verici ifadeler içermiyor. Tamam, bu yazıyı Kıbrıs Haber Ajansı tarafından yazılmış gibi kurguladık, şimdi devam edelim.
Tufan Erhürman’ın ezici zaferi, Ersin Tatar ve onun ayrılıkçı politikasına karşı gerçekten güçlü bir ‘bas git’ anlamına gelir, ancak yine de sadece Kıbrıs Türk tarafı için radikal, cesur, çığır açıcı ve pratik anlamda faydalıdır. Bizim için ise yalnızca daha fazla sefilliğe yol açacaktır.
Kıbrıslı Türkler’in Ankara’nın teokratik ve milliyetçi baskısına karşı trajik biçimde yalnız ve eşitsiz mücadelesine hayranlık ve saygımı birçok kez dile getirdim. Yarı deli Erdoğan ve onun yerel dini-siyasi yandaşlarına karşı dik duruşları, Atina ve rahiplerin boyunduruğu altındaki Kıbrıslı Rum tarafının taklit etmek bir yana, asla anlayamayacağı bir şey. Ne kadar ironik ki, “Akdeniz’in İran’ı” lakabı, Müslüman kuzey değil, Rum Ortodoks Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ifade ediyor. Kısacası, bu sonuç beni şaşırtmadı, zaten bekliyordum, çünkü Kıbrıslı Türkler en son 2015’te Akıncı’yı seçerek merkez soldan bir lider seçmişlerdi ve bu eğilim 2005’te Mehmet Ali Talat ile başlamıştı. Bunun tesadüf, kasıtlı veya bilinçaltısal bir şey olup olmadığını bilmiyorum ama Kıbrıslı Türkler her on yılda bir bize gerçek bir yakınlaşma ve olası bir çözüm fırsatı sunmaya karar vermiş gibi görünüyor—ve biz bu fırsatı, geleneksel olarak, ipucunu almayan sinir bozucu eski sevgiliden gelen bir buket çiçek gibi çöpe atıyoruz.
Kıbrıslı Türk kardeşlerim için gerçekten mutluyum; onlar, sosyal ortaçağcılığa batmakta olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nden on yıllarca önde olduklarını bir kez daha gösterdiler. Ancak bu değişimin ölü bölgeyi aşacağı konusunda fazla iyimser olmamayı istiyorum. Elbette, Erhürman’ın seçilmesinin en iyi yanı, Nikos Hristodulidis’in artık Tatar’ın bölücü retoriğini güvenlik ağı olarak kullanarak Kıbrıs meselesinde dengeleme oyunu oynayamayacak olmasıdır. Şimdiye dek Cumhurbaşkanı diyalog ve girişim için Kıbrıslı Türklere “davetler” ve “çağrılar” yapıyordu—tıpkı uzun zamandır görmediğiniz bir tanıdığa “bir ara kahve içelim” der ve ikiniz de bunun asla gerçekleşmeyeceğini çok iyi bilir gibi. Şimdi, yeni Kıbrıslı Türk liderin bizimkini alt etmek için yapabileceği en iyi şey, NC bir dahaki sefere tanıdık, tipik Hristodulidisvari resmi ve belirsiz “Kıbrıslı Türk tarafıyla diyalog davetleri”nden birini yaptığında, Erhürman’ın “Cuma öğlen ne yapıyorsun?” diye cevap vermesi. Buradan gerçekleşecek Houdini kaçışını gerçekten görmek istiyorum!
Ancak, Erhürman iki devlet yerine iki bölgeli, iki toplumlu federasyondan her bahsettiğinde Hristodulidis’in dökeceği soğuk terler, ve Tufan’ı Tatar, Denktaş, Erdoğan ve hatta Kemal Atatürk ile denk gören çözüm karşıtlarını saran öfke dışında, Kıbrıs meselesinde hiçbir şeyin değişeceğini sanmıyorum. Bazı aksiyonlar alınabilir (bizim tarafın ifşa edilmeden reddedebileceği davetlerin sayısı sınırlıdır) ama önemli bir gelişme olmayacaktır. Ve bahaneler bolca olacaktır (önce parlamento, sonra cumhurbaşkanlığı seçimleri) fakat asıl nedeni çok iyi biliyoruz: Kıbrıslı Rumlar bir çözüm istemiyor. Çözüm yok. Federasyon yok. Onlarla ortak yönetim yok. Tek başlarına hareket etmek, güdük ama tamamen Rum güneyin efendileri olarak kalmak, onu 20. yüzyılın başlarından beri (ki bundan asla kurtulamayacağız) beş ailenin Teselya feodal mülkü gibi tahrip etmek istiyorlar.
Bir kez daha, karamsarlığım için özür dilerim ve gerçekten yanıldığımı umuyorum (ki bunun olacağını sanmıyorum, çünkü bildiğimiz gibi, sinikler her zaman haklıdır). Lanet olası ruhumun derinliklerinden Tufan Erhürman’a, zorlu mücadelesinde bol şans diliyorum. Ankara, yerleşimciler ve İslam’a karşı değil. Bunlar, kendisinin de keşfedeceği gibi, NC’nin “Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanan çerçeve içinde yeni bir müzakere süreci” için illallah getiren hazırlığıyla karşılaştırıldığında Disneyland’a gitmek gibi görünecek.
Kardeşlerim, 2035’te görüşmek üzere.
Bu köşe yazısı ilk defa 20.10.2025 tarihinde yayımlanmıştır.