YA DEĞİŞECEĞİZ YA DA BOĞULACAĞIZ…

Döndüm dolaştım, geri geldim. Yine aynı karanlık düzen.

Tek tek kapılardan geçip ilerlemeye çalıştım. Her biri yüzüme kapandı. Günler karardıkça, ben de karardım. Birbirine benzeyen yüzler, birbirine benzeyen hisler. Ve birbirinden öğrenen, birbirini taklit eden hisler.

Sahi, yaz mevsimi başlamadı mı? Ne kadar tuhaf, değil mi? Dışarısı sıcacıkken insanın içinin gittikçe soğuması. En fazla da kalp. Tüm vücudun kan ihtiyacını karşılayan o hayati organ. Durduğu an, kocaman sistem sekteye uğruyor. En çok da nefes almak zorlaşıyor.

Gün içinde hiç denediniz mi, nefessiz kalmayı? Ben bazen hıçkırık tuttuğunda geçsin diye denerim. O kısacık anda bile, kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başlar. Sanki saatlerce koşmuşum da durmamışım gibi. Halbuki birkaç saniye. Ötesi yok.

Ama bazılarımız için ötesi var. Nefesin dönmediği anlar var.

Boğuluyoruz. Denizden cesetler çıkıyor.

Otopsi raporuna geçen tek bir cümleyle sona eriyor bir hayat: “Ölüm sebebi, suda boğulma (asfiksi) sonucu olduğu tespit edildi.” Dosya kapanıyor. Dosyalar kapanıyor. Aynı yerde, bir yıl arayla aynı şekilde hayata veda eden üç insan, Güldeniz, Ahsen ve Talha. Niye yaşandı bu acılar? Ne sebep oldu bu yok oluşa? Soran var. Ama cevap veren yok. Kocaman bir sessizlik, tüm toplumu sağır ediyor.

“Ceset” deniyor. Öldükten sonra bizi tanımlayan kelime bu. Daha nazik olursa “cenaze.” Bir zamanlar canlı olduğumuz gerçeği bir anda siliniyor. Bir yerden bir yere taşınan, gömülen, toprağın altına gizlenen birer eşya olarak anılıyoruz.

Buyuz işte. Her an hepimizin başına gelebilecek yegâne gerçek. Yolda yürürken. Yemek yerken. Araba sürerken. Denizde yüzerken. Sevdiğimize sarılırken. Ve en çok da çalışırken.

İşçiler…

İki kuruş para kazanmak uğruna, kar – kış – güneş demeden bu bozuk düzene yenik düşüyorlar. Birileri cebini daha fazla doldursun diye, güvencesiz koşulların kurbanı oluyorlar. Neden? Karnını doyurmak için? O da mümkün değil.

Bu düzen, yalnızca bedenleri değil, belleğimizi de boğuyor. Kutlu Adalı’nın katledildiği bir geceden bu yana geçen 29 yıl… Sadece faili değil, düzenin kendisi korunuyor. Zaten katil, bu sistemin ta kendisi değil mi?

Arşivleri karıştırıyorum bazen. Eski gazete sayfalarına göz gezdiriyorum. Sorunlar aynı, cümleler benzer. Dejavu gibi bir hayat bu. Dün yazılmış bir haber, sanki bugün yaşanmış gibi. Isıtılıp önümüze konan tatsız yemeklere mahkum ediliyoruz. Hep aynı acı, hep aynı çıkmaz.

Düzen değişmedikçe hiçbir şey değişmiyor. Bu kokuşmuşluk, bu çürüme artık yalnızca bugünü değil, geleceği de zehirliyor. En çok da gençleri. Henüz yolun başında olanları. Umut etmekten bile korkar hale gelenleri. Sistemin sunduğu tek duygu: umutsuzluk.

Oysa hiçbirimizin buna neden olmaya hakkı yok. Ne susmaya, ne alışmaya, ne de bu düzenin bir parçası olmaya hakkımız var.

Çünkü başka çaremiz yok.

Ya değişeceğiz.

Ya da boğulacağız.

Bu köşe yazısı ilk defa 08.07.2025 tarihinde yayımlanmıştır. 

Kaynak: YA DEĞİŞECEĞİZ YA DA BOĞULACAĞIZ…