ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis, Kıbrıs’ın 19. Venedik Mimarlık Bienali’ne katılımının bir parçası olarak hazırlanan kitabı “kabul edilemez” şeklinde nitelendirerek, Kültür Bakan Yardımcısı Dr. Vasiliki Kassianidu’nun kitabı geri çekme kararını destekledi. Cumhurbaşkanı, geçen Perşembe günü yaptığı bu açıklamayla, Pavlos Milonas’ın sosyal medyada paylaştığı bir gönderiye hemen destek verdi ve kitabın tarihimizi tahrif etmeye çalıştığını ekledi.
DİKO milletvekili ve Eğitim Komitesi Başkanı Facebook’ta şöyle yazdı: “Kıbrıs lehçesiyle yazılan söz konusu kitap, tarihsel yanlışlıklarla dolu ve neyin nasıl finanse edildiğine ilişkin yürütmenin neyi gözden kaçırabileceğine dair ciddi soru işaretleri uyandırıyor. Kitabın İngilizceye çevrilerek yurtdışında dolaşıma sokulmuş olması, bu konuyu ulusal davamız için tehlikeli hale getiriyor. Yazarlar, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk dillerinin varlığını tanımakla kalmayıp, Türk işgalini tamamen silerek yaşananı ‘siyasi bir bölünme’ye dönüştürüyor ve diğer şeylerin yanı sıra, ‘biri tanınmış, diğeri tanınmamış’ ‘iki taraf’tan bahsediyor.”
Neden rahatsızlık duyuldu
Şunu netleştirelim. Asıl rahatsızlık veren şey nedir? Kıbrıs’ta iki taraf olması ve bunlardan birinin tanınması mı? Gerçekten de Kıbrıs’ta tek bir taraf mı var, yani Kıbrıs Cumhuriyeti mi? Merak ediyoruz: Cumhurbaşkanı Temmuz ayında (eğer gerçekleşirse) beşli görüşmelere katıldığında, hangi sıfatla katılacak? Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak mı, yoksa Kıbrıs Rum lideri, yani Kıbrıs’taki bir tarafın temsilcisi olarak mı?
Daha büyük rahatsızlığa neden olan şeyin, kitabın yazarlarının son yıllarda Kıbrıs sorunundaki çıkmazı tanımlamaya çalışırken yazdıkları şu satırlar olduğunu düşünüyoruz: “Her iki taraf da dondurulmuş bir ateşkes bahanesiynan devam eden ayrılıkçı, dar görüşlü, kültürel narsisizmi sürdürmekte ısrarlı.”
Gerçeklere saygı duyan dürüst bir insan, yukarıdaki alıntının büyük ölçüde doğruluk içerdiğini kabul etmez mi? 1960-1974 yılları arasında Kıbrıslı Rumlar ne yaptı? Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Zürih-Londra Anlaşmaları’nda öngörüldüğü şekliyle yönetmeye çalıştılar mı? Kıbrıs Rum tarafının benimsediği Enosis politikası “ayrılıkçı” ve “dar görüşlü” değil miydi?
1960’ta bir bağımsızlık anlaşması imzalandıktan sonra ertesi gün Başkan Makarios’un bağımsızlığın Enosis yolunda bir durak olduğunu söylemesi nasıl mümkün olabilir? 1963’te Kıbrıs Rum tarafı Anayasa değişikliği için talepte bulunduktan hemen sonra Kıbrıs Türkleri enklavlara çekildiğinde, Kıbrıs Rum siyasetçileri gerçekten ne kadar üzülmüştü? Kıbrıslı Türkler daha sonra hatalarını fark etttiğinde ve 3 Haziran 1964 tarihinde Fazıl Küçük Makarios’a hükümete geri dönmek istediklerini bildirdiğinde Makarios’un, “Artık başkan yardımcısı değilsiniz. Hükümetin ömrü ve varlığı sizin iradenize bağlı değil” cevabını vermiş olması narsistçe değil miydi? (Haravgi gazetesi, 4 Haziran 1964). Hemen ardından Yunan milli marşı ile bayrağını benimsedik, ve ikinci bir Yunan devletinden söz etmeye başladık. Bazen Ulusal Cephe’yi, bazen EOKA B’yi kurarak bir iç savaşı da yönetebileceğimizi düşünmek suretiyle izlediğimiz politika gerçekten dar görüşlü değil miydi? Özellikle Yunan cuntasının Kıbrıs’ta garanti antlaşmasını açıkça ihlal eden, suç niteliğinde bir darbeye kalkışması sonrasında Türkiye’nin bu olaylara karışmayacağını düşünmek aptalca değil miydi?
Kıbrıslı Türkler
Kitap doğal olarak Kıbrıslı Türkleri de ilgilendiriyor. Bağımsızlıktan sonra, 1960 yılında dini bir grup olmaktan siyasi bir topluluğa dönüşmelerine rağmen, her şeyi kendilerine istedikleri için TMT’yi kurmayı seçip Kıbrıs’a silah kaçakçılığı yapmaya başladıklarında Kıbrıs Türkleri ne kadar dürüsttü? (Elmas adlı tekne vakasına bakınız). 1974 Türk işgali ve ateşkesin dondurulmasından sonra ne kadar dürüsttüler? Yöneticileri ve Rauf Denktaş, Kıbrıs sorununu “siz orada kalın, biz de burada kalalım” diyerek çözdüklerini söylerken, ve 150.000 göçmenin acısını görmezden gelerek Kıbrıs Rum evlerinde yasadışı olarak yaşayıp bugün bu mülkleri yabancılara satarken, ne kadar narsist ve dar görüşlü olduklarını kanıtlamamışlar mıydı?
Diğer itirazlar
Bazıları nüfus mübadelesi ile ilgili diğer ifadelerle de aynı fikirde değildi. Kitabın yazarları şöyle yazmış: “Savaşın dramatik, patlayıcı ve doğrudan şiddeti, toprakların zornan el değiştirmesine ve nüfus mübadelesine sebebiyet verdi; kuzeyde yaşayan Rumların çoğu güneye, güneydeki Türkler da kuzeye göç etmek zorunda bırakıldı.”
Neden bazıları kategorik olarak aynı fikirde değil ve tarih doktorası sahibi Nikos Hristodulidis bu kitabı kabul edilemez buluyor? 1974’te kabul edilemez taktiklere başvuran Türk askerleri, sivilleri öldürüp kadınlara tecavüz ederek Girne çevresindeki ve ardından Karpaz’daki nüfusu göçmenlik durumuna zorladı. Hatırlayanlar bilir, güney Kıbrıs’taki Kıbrıslı Türkler, işgalden sonra köylerinde kalmadılar çünkü Kıbrıslı Rum milisler tarafından tehdit ediliyorlardı. Bunların büyük bir kısmı, çoğunlukla Episkopi çevresindeki İngiliz üslerine nakledildi ve orada yaşadı. Bu durum, Ağustos 1975’te Üçüncü Viyana Anlaşması’nın imzalanmasına yol açtı, ve Türkiye’nin Karpaz’da birçok ihlalde bulunmasıyla birlikte nüfusun tamamen buradan taşınmasına neden oldu.
İfadeler
Bazıları, sadece 1974’te yaşananları tarif eden “çatışma” gibi kitaptaki bazı ifadelerin kullanımını eleştiriyor. Cumhurbaşkanı Hristodulidis, metnin tamamını okumadan, “tarihin tahrif edilmesi”nden bahsediyor. Gerçekte ise yazarlar, başlangıçta “darbe ve hemen ardından gelen Türk askeri müdahalesi”nden açıkça bahsetmektedir.
Bazıları ayrıca, Kıbrıs’ın “iki ayrı bağımlılık ilişkisine sahip” ve “biri tanınmış, diğeri tanınmamış” iki toplumuna atıfta bulunulmasından rahatsız oldu. Milonas bu atıflardan rahatsız olduysa, umarım bir daha Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarında bağımlılık ilişkileri ve hukukun üstünlüğünün eksikliğine dair konuşmaz.
Bazıları, Kıbrıs’ta iki dilden bahsedilmesinden de rahatsız oldu, oysa iki lehçeden bahsetmek daha doğru olurdu. Bunu kabul edelim.
Asıl mesele nedir?
Sonuçta, Cumhurbaşkanı ile Meclis Eğitim Komisyonu Başkanı Pavlos Milonas’ı, ve genel olarak ülkemizdeki (açıkça) milliyetçi politikacı ve gazetecileri gerçekten rahatsız eden şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Acaba rahatsız oldukları şey, gerçeğin takendisi mi?
Tabii ki, tüm gerçekler daha farklı değilse ve kırpılmış tarihimizin bize miras bıraktığına dayanmıyorsa: Kıbrıs’ın iyi Yunanlıları, kötü Türklerden çok acı çekti ve çekmeye devam ediyor. Aynı şey, Kıbrıslı Türk milliyetçiler için de geçerli. Bu anlatının kalıbının dışına çıkan her şey kabul edilemez ve tehlikeli olmakla birlikte, tarihsel anlamda tahrifat oluşturur. Bunu daha önce yaşadık, lütfen tekrarlamayalım. Ne engizisyon rolü kimseye yakışır, ne de kendilerini vatansever olarak görenlerin muhalifleri hain sıfatıyla kategorize etmesi adil veya doğrudur.
Metin
Kıbrıs’ın 19. Venedik Mimarlık Bienali’ne katılımıyla birlikte sunulan kitapta yer alan metin mükemmel olmayabilir, ancak kesinlikle kendine özgü bir bakış açısı var. Bana göre, en azından her iki topluluğun sorumluluklarını kayıt altına alma çabası içinde olduğundan, stereotipik milliyetçi anlatıdan çok daha geçerli ve makul. Sorunumuzu gerçekten çözmek isteyenler böyle yapar. 50 yıl sonra, bazı tavizler olmadan vatanımızın asla yeniden birleşemeyeceğini kabul edenler böyle yapar. Cumhurbaşkanı’nın milliyetçi retoriğe ve mutlak gerçeklere bağlılığı, hem yurt içinde hem de özellikle yurt dışında kendisine yöneltilen suçlamaları doğrulamaktadır. O, bir çözümle ilgilenmiyor; öncülleri gibi karşı tarafı suçlama mantığıyla hareket ediyor. Kıbrıs Türk lideri Ersin Tatar da aynı mantıkla hareket ediyor.
Ne yazık
Son zamanlarda Kıbrıs’ta kolay sloganlar ve anlatılara kapıldık. Bu kolaylığa sığınmanın esas kaybedeni siyaset ve kültür. Cumhurbaşkanı’nın, görüşlerini yazdıkları için bazı kültür insanlarına saldırması ve onları susturmaya çalışması üzücü bir durum. Siyasi destek kazanma endişesiyle milliyetçi ve diğer fobik söylemleri benimsemeyi tercih etti. Cumhurbaşkanı, ne yazık ki Avusturyalı entelektüel Karl Kraus’un şu sözlerini doğruluyor: “Milliyetçilik, beni ülkemin taş kafalılarına bağlayan sevgidir.”
Bu köşe yazısı ilk defa 08.06.2025 tarihinde yayınlanmıştır.