ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
DÜNYANIN dört bir yanında, çoğu kez tehlikeli ortamlarda, cesurca savaşan diplomatlarımızın milli davamıza büyük zararlar verebilecek başlıklar, kelimeler veya noktalama işaretleri kullanmak isteyen karanlık güçlere karşı verdikleri kahramanca mücadeleler sayesinde, kağıt üstünde kaydettiğimiz zaferlerin sayısını artık unuttuk.
En son zaferimiz, Komisyon’un ikiyüzlü AB bürokratları tarafından cesaretlendirilen hain ortakların, Avrupa Birliği Konseyi’nin sonuç bildirisinin hazırlanmasında hızlı bir oyun çekmeye çalıştığı Brüksel’de elde edildi. Phil’e [Filelefteros gazetesi] göre, “ilk taslak hükümet tarafından hiç de tatmin edici olarak kabul edilmeyen genel bir atıf içeriyordu.”
Hükümet tarafından sızdırılan bilgilerle zorla beslenen Phil, Lefkoşa’nın “metnin üslubunda yapılacak ön iyileştirmeler için her seviyede seferber olduğunu ve bunu başararak Kypriako [Kıbrıs] ve AB-Türkiye ilişkilerini aynı şemsiye altında birleştirmeye çalıştığını” sözlerine ekledi.
Bunun nedeni, Lefkoşa’da yağmur beklenmesi değildi. Pek güvenilir olan Phil’e göre, “Kypriako, ‘Diğer Konular’ başlığı altında yer alırken AB-Türkiye ilişkileri ‘Doğu Akdeniz’ başlığı altında yer alıyordu. Lefkoşa’nın harekete geçmesiyle Kypriako ve AB-Türkiye’nin aynı başlık altında yer alması başarıldı ve hükümetin istediği gibi iki konu arasında bir bağlantı kuruldu.”
Bu, seferberliğimizin kağıt üzerindeki bir başka zaferiydi.
PHIL manşetinde, arada bağlantı kurmak için ortaya koyulan çabanın sonuç verdiğini söylerken, Prez Nik II [Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis], “arada bir bağlantı olması için çabaladık” dedi.
Kağıt üzerinde şüphesiz bir bağlantı var, iki paragraf birlikte (43 ve 44) ve Konsey’in sonuç bildirisinde aynı başlık altında.
Ancak sonuç bildirisinin hiçbir yerinde, aslında Prez’in hedeflediği şekilde, Kypriako’nun AB-Türkiye diyaloğuyla bağlantılı olacağından bırak söz edilmesini, buna dair en küçük bir ipucu bile bulunmuyor. Yine de metinde aynı şemsiye altında olması bile kağıt üzerinde bir bağlantıdır ve bu gerçekte önemli olan tek şeydir.
1974’ten beri savaşçı diplomatlarımız, Kıbrıscık ile ilgili metinlerde/kararlarda doğru kelimelerin ve noktalama işaretlerinin kullanılması için BM, AB, Avrupa Konseyi, UEFA vb. gibi yerlerde, binlerce savaşı başarıyla verdiler.
Daha sonrasında da, becerikli diplomatlarımızın büyük çabaları sonucu kelimeleri tam olarak doğru şekilde kullanarak, cumhuriyetin ima yoluyla statüsünün düşürülmesi tehdidi, sözde devletin ima yoluyla statüsünün yükseltilmesi tehdidi, Kıbrıs sorununun hellimleştirilmesi gibi tehditlerin üstesinden nasıl geldiğimiz hakkında bizlere bilgilendirme yapılıyor.
Sadece kağıt üzerinde bu bağlantının kurulmasını sağlamak, cumhurbaşkanının Kıbrıs sorununda AB’ye öncü bir rol verme ve AB’nin bir elçi ataması konusundaki başarısızlığından çok daha önemlidir.
KONSEY’in sonuç bildirisini hallettikten sonra, yılmayan “kelimeler savaşı” şimdi New York’a taşınıyor. Cumartesi günü Phil’in cumhurbaşkanlığı muhabiri, “BM Genel Sekreteri’nin Kypriako ve Unficyp’nin [Birleşmiş Milletler Barış Gücü] eylemleri hakkındaki raporlarının sunulmasıyla ilgili, New York’ta yoğun ve sıcak temaslar olduğunu” bildirdi.
BM Özel Temsilcisi Colin Stewart Pazartesi günü BM Genel Sekreteri’ne ve Güvenlik Konseyi’ne bilgi vermek üzere New York’a gidiyor ve inanır mısınız? “Lefkoşa, raporların sunumu göz önüne alındığında, gelişmelerin gerçek tablosunun kayda geçmesi ve hükümetin müzakerelerin yeniden başlatılmasını amaçlayan girişimlerinin dikkate alınması için seferber oluyor.”
Bu nedenle, tüm bu seferberlik, BM Genel Sekreteri’nin raporunda hükümetimizin başarısız girişimlerinden onurlu bir şekilde bahsedilmesine (kağıt üzerinde yıldızlı pekiyi not verilebilir) ve bunun Türkiye’nin uzlaşmazlığına ilişkin paragrafla aynı başlık altında yer almasının sağlanmasına odaklanacak.
BANKACILIK deneyimi olmaksızın bir bankanın CEO’su olarak atanan (bu sadece Kıbrıscıkta olabilecek bir şey) ve şu anda Maliye Bakanı olan Makis Keravnos, hükümetin bankalar için resmi denetleyicisi oldu.
Yine birkaç gün önce Tass haber ajansına, henüz komuta ekonomisine dönüşmediğimiz dikkate alındığında bankacılık sektörüne hiçbir müdahale yetkisi olmamasına rağmen gerçekleştirdiği “yapıcı müdahale” hakkında açıklamalarda bulunurken iş üstündeydi. Ayrıca, Keravnos gibi parlak, dürüst bir vatanseverin, bankaların faiz politikasını belirlemeye yönelik bir girişimide bulunarak Türkiye Cumhurbaşkanını taklit etmeye çalışması oldukça tuhaf bir durum.
Keravnos, bankalarda bazı “olumlu gelişmeler” gördüğünü ve bunu alkışladığını belirtti, ancak “bunlar yeterli değil ve tüm bankaların faiz artışının maliyetlerini daha da fazla üstlenmelerini bekliyorum” dedi. Ayrıca mevduatlara daha yüksek faiz ödenmesini de beklediğini ifade etti.
Daha yüksek faiz oranlarının maliyetinin bir kısmını üstlenmenin, “büyük kurumlar olarak bankaların kurumsal sosyal sorumluluğunun bir parçası” olduğunu söyledi. Kooperatiflerin “insan odaklı” bankacılık faaliyetleri yürüttüğü dönemde bu kurumsal sosyal sorumluluğun sonuçlarını görmüştük.
RÖPORTAJIN başka bir yerinde, son icra yasası hakkında konuşurken, “bizlere hiçbir şey kazandırmayan popülizmlerden kaçınmalıyız” dedi. Bankalara kredi faiz oranlarını artırmamalarını ve mevduat faiz oranlarını artırmalarını söylemek bana Keravnos’un bile kaçınamadığı bir popülizm gibi geliyor. “Biz sloganlar atmak değil konuları ciddi bir şekilde incelemek isteyen çok ciddi bir hükümetiz” diye vurguladı. Ne diyeyim, beni kandırdılar.
SLOGANLARDAN bahsetmişken, cumhurbaşkanının favori sloganlarından biri, kendisinin küçük bir kopyası olan sözcüsü tarafından da benimsenen “katma değer” sloganıdır. Hükümetin BM ve AB’ye yaptığı tüm önerilerin bir “katma değeri” olduğu söyleniyor.
Ancak, hükümetin faturalarda verdiği desteği sona erdirme kararının elektrik faturalarımıza getireceği “katma değerden” bahsetmekten kaçındılar. Benzindeki tüketim vergisi indirimin sona erdirilmesinin “katma değerinden” de söz edilmedi.
Bu kararlar, fiyatların genel olarak artacağı öngörüldünden genel bir protestoya neden oldu. Dolayısıyla fazla duygusal ve popülist olan, herkesi hoş tutmak ve sevilmek isteyen Cumhurbaşkanımızın, bunları geri almak için sudan bir bahane bulması şaşırtıcı olmaz.
MECLİS başkanı ve Disy başkanı Annita Demetriou’nun ardından, bir parti başkanı daha Cumhurbaşkanımızın toplumla diyalog kurma numarasını benimsedi.
Akel lideri Stef Stef [Stefanos Stefanou], Çarşamba günü ilerici bir gündemle partinin toplumsal bir ittifak kurma planlarını açıkladığı konuşmasında defalarca bu noktayı dile getirdi. Andreas Mavroyiannis’in seçim programının başlangıç noktası olarak kullanılacağını belirterek, ittifakın ideolojik geçmişlerine bakılmaksızın herkese açık olacağını söyledi.
Yoldaş Stef Stef amacın, politikaların oluşturulmasına katılımı ve siyasi eylemlerin etkili olmasını sağlayacak bir yapı oluşturmak olduğunu belirtti. Bu kavram, cumhurbaşkanımızın kampanyası süresince söz ettiği katılımcı demokrasi anlayışıyla benzeşiyor.
Yoldaş, partinin Stalinist ve Sovyet sever destekçilerini uzaklaştırmamak için de Akel’in Marksist hezeyanlarını sürdüreceğini vurgulandı. Benim sorum ise, Batı yanlısı, neo-liberal, Nato’yu destekleyen, anti-komünist bir kişinin toplumsal ittifaka kabul edilip edilmeyeceği.
GEÇEN hafta susturulamayan, açık sözlü Dr. Madsakis, kutsal (nakit) ineğimiz Gesy’yi [Genel Sağlık Sistemi] eleştirmek için geri döndü. Alpha TV’de oluşturulanın “sahte bir Gesy” olduğunu söyledi ve bunun “çökeceğini” iddia etti.
Şöyle dedi: “Oluşturdukları sistem, doktorları, eczacıları, laboratuvarları ve özel hastaneleri zengin etmek içindir; devlet hastanelerini etkisiz hale getirirken, sağlık hizmeti sunanlar para kazansın diye bir operasyon kurdular.”
Ödül sistemi nedeniyle hastanelerde doktor kalmadı. “Örneğin doktorlar ayda 4.000 Euro alırlar diyelim, sonra Gesy’ye girerlerse ayda 15.000 Euro kazanırlar; hastanelerde kalmaları aptallık olurdu.”
Sağlık Sigortası Kurumu’nu bu durumdan sorumlu tutarak, “sağlık konularında hiçbir fikri olmayan, yüksek maaşlı, ne isterse yapan birçok insandan” oluştuğu için Gesy’nin yönetiminin asla bu kuruma bırakılmaması gerektiğini söyledi.
Bu insanların aynı zamanda kamu yararına çalışıyormuş gibi davranmayı sevdiklerini ve kendi paramızla bize ücretsiz sağlık hizmeti sundukları için kendilerine minnettar olmamızı beklediklerini söylemeyi unuttu.
BİR DÜZELTME. Birkaç hafta önce, kuruluşumuz, Cumhurbaşkanının müsteşarı Irini Piki’den başkanlık çiftinin “koumera’sı” [nikah şahidi] olarak söz etmişti. Şimdi bunun doğru olmadığını biliyoruz. Piki, kendisinin başkanlık çiftinin koumera’sı olmadığını belirten bir açıklama yayınladı.
Bu hatadan dolayı özür dileriz ve bu hakaret olarak yorumlanmadığı için Tanrıya şükrediyoruz. Politis gazetesinde yer alan bir habere göre, Piki, First Lady PKC’nin yıllar önce tanıştığı çok yakın bir arkadaşıdır. Gazete ayrıca “Piki hanım, Lefkoşa burjuvasının bir üyesi olarak, başkanlık çiftinin başkente uyum sağlamasına ve ilk önemli tanışıklıklarını yapmasına yardımcı oldu” diye yazdı.
Bu, Piki hanımın, burjuvanın nüfuzlu üyelerini tanımayan başkanlık çifti taşradan büyük şehre geldiği zaman onların sosyal yükselişine yardımcı olduğunu söylemenin diplomatik bir yoluydu. Şimdi, bu kişileri parmaklarında oynatıyorlar, ki bu olumlu bir dönüşümdür.
Kaynak: KAHVEDEN HİKAYELER: ŞEMSİYE DİPLOMASİSİNDE ZAFER YAĞIYOR