ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Nikos Hristodulidis, 2023 yılının Haziran ayında Mağusa’da düzenlenen bir sergi açılışında “çok önemli bir telefon görüşmesi” aldığını ve AB’nin en üst düzeyde katılımını içeren gelişmeler yaşanacağını ima ettiğinde, dış politika yaklaşımının rengini belirlemiş oldu: Kıbrıs meselesini, imajını güçlendirmek için kullanmaktan çekinmeyecekti.
Takip eden günlerde sızan bilgiler, Angela Merkel ve Michel Barnier gibi isimleri de içeren bu anlatıyı destekledi. Hiçbir müzakerenin yapılmadığı bir dönemde bu tamamen zamansızdı, ancak Hristodulidis’in oluşturmak istediği profil için kesinlikle gerekliydi. Bu strateji bundan sonra da tutarlı bir şekilde sürdürüldü.
Ne zaman mikrofon bulsa manşetlere çıkacak şekilde davranmaktan büyük zevk alıyor, kendini tam anlamıyla bir şovmene dönüştürüyordu. Bu, geçen Ağustos ayında Derinya’da düzenlenen işgal karşıtı etkinlikte, BM henüz bir açıklama yapmadan Kıbrıs’ta üçlü toplantı için bir anlaşma yapıldığını açıklamak için aceleyle sahneye çıkmasıyla net bir şekilde ortaya çıktı. Tatar bunu yalanladı, BM sessiz kaldı ve nihayetinde toplantı iki ay ertelendi.
Müzakerelerin yeniden başlamasını sağlayacak bu yeni diplomatik başarı uğruna, diplomatik kurumları kenara itti. Hükümetin iç politikadaki büyük eksikliklerini gölgede bırakacak ve “korkulan bir lider” imajını “dayatacak” bir anlatıya acilen ihtiyacı vardı.
Bu anlatıda gerçekler hiçbir zaman engel teşkil etmedi. Aksine, anlatıya uyduruldu. Bu, hükümetin iki ülke arasındaki ilişkileri yeni bir düzeye taşıdığını iddia ettiği Biden ile Beyaz Saray’da yapılan görüşmenin ardından gerçekleşti. Bazıları, bu görüşmenin önemli olmakla birlikte, Biden’ın seçim sonrası varlığının hiç de garanti olmadığı göz önüne alındığında pratik faydalarının sınırlı olduğunu belirtirken, Hristodulidis hükümetinin buna hazır bir cevabı vardı.
Bu cevap, hükümet sözcüsünün, iddialara göre cumhurbaşkanının Trump’ın yakın çalışma arkadaşlarından biriyle yaptığı ve Trump’ın seçilmesi halinde dışişleri bakanı adaylarının kimler olacağına dair görüştükleri bir toplantı hakkında yaptığı açıklamayla geldi. Bu yakın çalışma arkadaşının kimliği hiçbir zaman açıklanmadı ve önemi de yoktu. Önemli olan, olayların bir adım önünde giden ve kıymetli görüşleri Amerika’nın gelecekteki dışişleri bakanının seçilmesinde dahi dikkate alınan bir cumhurbaşkanı imajını yansıtmaktı.
Gerçek ya da uydurma her olay, onun imajını parlatmak için sunuldu. Bir el sıkışma, bir kahve ya da sıradan bir sohbeti (Erdoğan, Fidan ve Guterres ile yaptığı gibi) zirve toplantılarına dönüştürdü, ve bu sırada Kıbrıs’ı önemli bir rol ve etkiye sahip bir ülke gibi yansıttı.
Bu da bizi Nikos Hristodulidis’in İsrail-İran anlaşmazlığında arabulucu rolünü üstlenmeye karar verdiği günümüze getiriyor. Hükümet, İran’ın Kıbrıs’tan İsrail’e bir mesaj iletmesini istediğini açıkladı, ancak İran bunu mümkün olan en resmi şekilde yalanladı.
Bir kez daha, senaryo aynıydı. Hristodulidis’in, gölgesinden bin kat daha büyük olan Kıbrıs’ı gelişmelerde yer alan önemli bir aktör şeklinde ortaya çıktı. Ülkenin bölgesel rolü ve İsrail ile ilişkisi o kadar belirleyiciydi ki, İran koşa koşa bizden yardım istedi. Ve bizim etkimiz de o kadar büyüktü ki, buna uygun şekilde yanıt verdik.
Sorun, bu kez sonuçların hemen görünür hale gelmesiydi ve inkardan sonra verdiğimiz tepki bunu daha da büyüttü. Hükümet, dolaylı olarak İran’ı yalan söylemekle suçladı. Hükümet sözcüsü yardımcısı, “Savaşta ilk kurban gerçeklerdir” dedi. Ancak ilk kurban yine güvenilirlik oldu.
Birçok kişi, eski bir diplomat olan Nikos Hristodulidis’in diplomatik kurumların dışında nasıl bu kadar sorumsuzca hareket edebildiğini merak ediyor. Nasıl olur da BM’den önce davranarak, Kıbrıs sorunun çözümüne yönelik çabaları yöneten kuruluşun açıklaması gereken bir şeyi açıklayabilir, kendi oyunlarına (onların rızası olmadan) başkalarını dahil edebilir, hatta daha da kötüsü, diğer devletlerin bize karşı çıkmak zorunda kalacağı koşullar yaratabilir?
Cevap, Hristodulidis’in gerek iç, gerek dış politika ile ilgili olsun, hemen her şeyi iletişim hileleri ve iç tüketime yönelik koşullar aracılığıyla nasıl ele aldığında yatıyor. Siyaset, gerçeklere paralel, sanal bir gerçeklik oluşturmayı amaçlayan açıklamalar temelinde yürütülüyor.
Soru, sınırsız bir şekilde beslediği bu sanal gerçekliğe inanacak noktaya gelip gelmediği ya da kendisi için büyük bir lider profili oluşturduğunu düşünerek bütün bunları geri dönüştürüp dönüştürmediği. Her halükarda, İran olayının da gösterdiği gibi, bunun pek bir önemi yok. İmajını oluşturmak için her ne gerekiyorsa onu yapma çabasıyla hem kendini, hem de ülkeyi kaçışın imkansız olduğu bir kendini doğrulama sarmalına hapsetmiştir.
Onu bu kadar tehlikeli kılan da budur: gerçeklikten tamamen kopmuş ya da gerçeklerin artık onu neredeyse hiç etkilemediği bir noktaya gelmiş olması. İmajına olan takıntısı o kadar büyük ki, algısı ve daha da önemlisi perspektifi tükenmiş gibi görünüyor. Gerçekleri kendi mutlak bakış açısıyla ve bir tek imajı kriter olarak almak suretiyle deneyimleyen bir kişi, bu gerçeklerle başa çıkamaz. Ve gerçeklerle başa çıkamayan bir kişinin başarısızlıktan kaçışı yoktur.
Bu makale ilk defa 22.06.2025 tarihinde yayınlanmıştır.