ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Cenevre’deki Kıbrıs sorununa ilişkin gayrı resmi toplantıda gerçekte neler oldu?
Her iki taraf da temel konularda önemli bir değişiklik yapmadı ve BM Genel Sekreteri bile beşli görüşmelerin özlü konuları ele alamamasına rağmen yeni bir toplantıyı güvence altına almasından memnun görünüyordu. Görev süresi Aralık 2026’da sona erecek olan Sayın Guterres’in, Kıbrıs Sorunu’nun son hücresini yarı canlı tutmak için zamanı var. Bu da Guterres’in “Bugün, tarafların diyaloğu sürdürme iradesi göstermesiyle 2017’den bu yana en önemli ilerleme kaydedildi” şeklindeki değerlendirmesini açıklıyor.
Haziran 2017’de kapsamlı çözüm için bir çerçeve sunan aynı kişi Çarşamba günü ne kapsamlı çözümden, ne Çerçeve’den ne de anlamlı müzakerelerin yeniden başlaması ihtimaline dair herhangi bir şeyden bahsetti. En önemlisi—ve tesadüfi olmayan bir şekilde gözden kaçan—konferansın hiçbir noktasında hiçbir katılımcının iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyondan ya da kapsamlı bir çözümden bahsetmeyerek Kıbrıs sorununun Crans-Montana’da kaybedildiğine dair öngörüleri doğrulamasıydı.
Kıbrıs’taki statükonun temsilcilerinin Cenevre toplantısına katılmayı Arşimet’in “düzenimi bozmayın” [Editörün notu: Noli turbare circulos meos!] ilkesine dayanarak kabul ettikleri anlaşılıyor. Spesifik olarak, toplantıya garantör güçler ve BM ile Gayrı Resmi olarak katılacaklarını, ve bir diğer toplantı ile daha önce uygulanmamış önerilerden geri dönüştürülmüş birkaç güven arttırıcı önlemi kabul edeceklerini söylediler. Tam olarak bunu yaptılar ve Temmuz ayında yeniden bir araya gelecekler—muhtemelen, sık sık yazdığım gibi, tampon bölgenin her iki tarafındaki rejimlere uygun bir şekilde hizmet eden statükoyu sürdürme konusundaki kararlılıklarını teyit etmek için.
Bütün bunlar, meclisteki Kurumlar Komitesi’nde, Gümrük Dairesi’nin kuzeydeki sözde devletin kumarhaneleri tarafından verilen kumar kazanç belgelerini gerçeklikleri doğrulanamamasına rağmen kabul ettiğinin ortaya çıkmasıyla reddedilemez bir şekilde kanıtlandı. Bu durum, Kıbrıslı Rumların işgal altındaki bölgelerden hükümet kontrolündeki bölgelere binlerce euro nakit parayla dönmelerine, ve yabancıların da işgal altındaki bölgelerde yerleşik kumarhanelerden elde edilmiş kazançları gümrüğe beyan etmeleri koşuluyla Kıbrıs Cumhuriyeti’nden bavullar dolusu nakit parayla ayrılmalarına olanak tanımaktadır. Bu sistem, yüz binlerce euroluk kara paranın ara bölgeden geçişini kolaylaştırmaktadır.
Böylece herkes Cenevre’den zafer kazanmış olarak ayrılırken, asıl kaybedenler Kıbrıs sorunu, Maraş, Güzelyurt, Karpaz ve mezarlık bakımının bir şekilde boş duran köylerine geri dönmelerine yol açabileceği umuduyla mülklerini sadece uzaktan izleyebilen tüm göçmenler olmaya devam etti.
Çarşamba günü, eski Kıbrıslı Türk müzakereci Özdil Nami, beşli görüşmelerin ardından X’te yaptığı paylaşımda “statüko duvarına daha fazla tuğla eklendiğini” ifade etti: “Bugün Cenevre’de statüko duvarına daha fazla tuğla eklendiğini gördük. İki liderin sonuçtan memnun olması sürpriz değil ancak BMGS’nin de bunun bir parçası olduğunu görmek acı vericiydi.” Daha sonra OMEGAlive’a konuşan Nami şunları söyledi: “Bu haftaki Cenevre görüşmeleri Kıbrıs’la ilgili üst düzey toplantıların en anlamsızı olarak tarihe geçecek. İlk kez garantör güçlerle liderler ve BM Genel Sekreteri’nin katıldığı bir toplantının gündeminde kapsamlı çözüm yoktu. Anladığımız kadarıyla toplantı sırasında ne federasyon, ne de iki devletli çözüm tartışıldı. Katılımcılar kapsamlı çözüm görüşmelerine geri dönebilmek için bir yol haritası üzerine dahi tartışmadılar. Bu tür görüşmelerin yokluğunda geriye kalan tek şey statükonun korunmasıdır. Cenevre toplantısına katılanların dile getirilmeyen mutabakatının bu olduğu açıktır.”
Başkan Hristodulidis Perşembe günü Brüksel’de AB’nin Kıbrıs meselesine olan ilgisinin altını çizdi. Euronews’a konuşan Hristodulidis şunları söyledi: “Dün Cenevre’de yapılan konferansta özellikle önemli gördüğüm bir şey var. Genel Sekreter’in ifadesiyle, 2017’den bu yana ilk kez olumlu gelişmelerin yaşandığı bir konferans. AB’nin müzakere sürecinin hem öncesi, hem de sonrası çerçevesinde aktif bir rol oynamaya kararlı olduğunu görüyoruz. AB’nin bizim perspektifimizden görebildiği iki şey nedeniyle özellikle memnunum: güvenilirliğimiz, siyasi irademiz ve aynı zamanda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin oynadığı daha kapsamlı rol. Von der Leyen ve Costa’nın Kıbrıs konusunda Guterres’e gönderdikleri mektubun Kıbrıs meselesi ve müzakerelerin yeniden başlaması adına bir referans noktası oluşturduğunu tekrarlıyorum.”
Bilindiği üzere Cenevre öncesinde, artık PR kontrolsüzlüğüyle karakterize edilen Nikos Hristodulidis, AB’nin gayrı resmi toplantıda Uyum ve Reformlardan sorumlu Komisyon Üyesi Rafaele Fitto tarafından temsil edileceğini açıklamıştı. Türkiye’nin buna itiraz etmesi üzerine Brüksel, Cenevre’ye sanki basit bir geziye çıkılmış gibi ikinci kademe bir yetkili gönderdi. Bu durum Hristodulidis’i, beşli görüşmelerde hiç sözü edilmeyen meşhur Von der Leyen ve Costa mektubunu talep etmeye zorladı. Bu arada, beşli görüşmelerden Kıbrıs meselesinin özüne ilişkin yetersiz sonuçlar çıktığı için Başkan Hristodulidis—ejderha dişi eken Cadmus gibi—yereldeki destekçilerinin açıklamalarına inanacağını ve seçmen tabanını güçlendireceğini umarak ülke içinde söylemler yayıyor.
Öte yandan Ersin Tatar, Maria Angela Holguin Cuellar’ın BM Genel Sekreteri tarafından kişisel elçi olarak, üzerinde mutabık kalınan işbirliği noktalarının uygulanmasına destek vermek ve Temmuz sonunda yapılacak bir sonraki 5+1 toplantısına hazırlık yapmak amacıyla görevine devam etmek üzere önerildiğini belirtti. Kıbrıs Türk tarafının bunu onayladığını ve Bayan Holguin’in atanmasının “çok muhtemel” olduğunu da sözlerine ekledi. Cenevre dönüşü Tatar, Kıbrıslı Türkler için “eşit egemenlik ve eşit uluslararası temsiliyet” konusundaki sabit pozisyonunu yineleyerek “Kıbrıs’ta federal bir çözüm modeli artık mümkün değildir. Bu sayfa kapanmıştır. Dört yıl boyunca egemenliğimiz, eşit egemenliğimiz ve eşit uluslararası temsiliyetimiz konusunda ısrar ettik, ve bu pozisyonumuzdan tek bir geri adım atmayacağız.” Türkiye ve toplantıya katılan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın tam desteğine sahip olduğunu da sözlerine ekledi.
Peki şimdi ne olacak? Bayan Holguin’in BM Genel Sekreteri’nin elçisi olarak atanmasının açıklanmasını mı beklemeliyiz? Ve muhtemelen Paskalya’dan sonra Kıbrıs’a geldiğinde, geçiş noktalarının açılmasını denetleyecek mi? Ya geçen yıl Pile’de yaşananlar Erenköy’de de tekrarlanırsa? Ya da belki Holguin Ersin Tatar’ı pozisyon değiştirmeye ikna eder? Dahası, Sayın Tatar seçim kampanyasının ortasında Temmuz ayında yapılacak bir başka beşli görüşmeye katılabilecek mi? Tabii Tayyip Erdoğan Sayın Tatar’ın Kıbrıs Türk toplumuna yeniden liderlik etmesinin uygun olmadığına karar vermezse—özellikle de Ankara artık Türk ordusunun 28 AB ülkesini belli bir bedel karşılığında koruyan Avrupa askeri gücü olmasını isterken.
Bu koşullar altında—kutunun dışında düşünecek olursak—Kıbrıs’ı kurtarabilecek tek şey, Andreas Papandreu üssünün bir Amerikan hava üssüne, Mari’nin Fransızların dahil olmasıyla bir deniz üssüne, Dikelya’nın bir İstihbarat Merkezine, ve tüm adanın ABD liderliğindeki Batılı güçlerin güneydoğu Akdeniz bölgesini kontrol edebileceği bir askeri merkeze dönüştürülmesine yarayacak ABD ile Stratejik Diyalogdur. Böylece, güvenliğimiz ABD’nin sorumluluğunda olacağından, işgal ordusunun ayrılış zamanı artık bizi ilgilendirmeyecektir.
Bu köşe yazısı ilk defa 23.03.2025 tarihinde yayımlanmıştır.
Kaynak: BİLDİĞİMİZ KIBRIS SORUNUNUN SONU