ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Dün programıma konuk olan KTÖS Genel Sekreteri Burak Maviş aktardı: ülkemizde bulunan toplam 112 ilkokulun 89 tanesi 1974’ten önce yapılan bina. 74-99 arası 8, ondan sonra da 15 okul yapılmış.
Rakamlara baktığımızda sadece eğitim kaleminde ne kadar büyük bir ganimete konulduğunu anlamak mümkündür diye düşünüyorum. Bu rakama ortaokul ve liseleri de katarsanız, eğitim alt yapısının büyük kısmının ganimet olduğunu kestirmek de zor değildir.
Öte yandan bu bilgi karşısında binaların “Rum’dan kalma” olduğunu düşünüp garip bir huzur duymamak da elde değil. Konunun uzmanı değilim, binalardan da anlamam. Ama aklıma bir arkadaşımla yaşadığım duvar yıkma maceramız geliyor.
Öyle ki bir zaman kadim bir dostumla İskele’de bir hamburgerci açmaya yeltenmiştik. Rum’dan kalan evlerinin altındaki boş iki dükkanı birleştirip, bir dükkan yapmayı düşündük ve elimize topuzları alıp duvarı yıkmaya giriştik. Sen miydin girişen!
Sadece biz değil, çevreden gelen arkadaşların da yardımıyla bırakınız duvarı yıkmayı, delik açmamız bile tam iki gün sürdü! O derece sağlam!
Burak Maviş’in aktardığı rakamları duyunca ister istemez aklıma gelen bu hikayeyi düşünüp en azından ilkokullarımızın sağlam olduğuna inanmak kanımca mümkün gibi duruyor.
Tabii yine sevgili Burak’ın aktardığı gibi Mağusa’da bulunan Gazi İlkokulu binasının 1924 yılında yapıldığını da öğrendim. Yani tam 99 yaşında bir binadan bahsediyoruz. Dediğim gibi konunun uzmanı değilim ama bir bina en baştan standart güvenlik tedbirlerine göre temeli sağlam bir şekilde yapılırsa, yıllar içinde bakımı onarımı sürdürülürse yüzyılda ömrünü tüketmeyeceğini öngörmek de olasıdır.
Ama bunu teorik olarak değil de pratik olarak düşünmeye başlayınca işin rengi biraz değişiyor. Çünkü sabah akşam büyük ve boş bir kibirle övünülen bu düzenin o binalarla ilgili gerekeni yapmadığını, bu yüzden de deprem sonrası sosyal medyadan da izlediğimiz üzere birçok okulumuzun bakımsızlıktan harap durumda olduğunu görebiliyoruz.
Yani kısacası adanın kuzeyinde kurulan yağma düzeni, kendine ganimet kalan mala bakmaktan da aciz bir görüntü çizmiştir, taş taş üstüne koymamıştır. Koymadığı gibi bu binaların yerine yenilerini de pek yapmış değil. Düşünün, 1974’ten bugüne kadar yapılan yeni okul sayısı sadece 23!
İşte yıllarca KTÖS gibi öğretmen sendikalarımızın sürekli dile getirdiği okullarımızın bu bakımsız ve güvensiz hali 6 Şubat Maraş depremi sonrası acı bir şekilde gündeme geldi.
Ve acı bir şekilde gördük ki bu okullarımızın tam durumunu anlamak için elimizde henüz bir imkan yok. Henüz diyorum çünkü hükümeti, muhalefeti her gün onlarca deprem toplantısı yapmasına rağmen, hala daha binaların dayanıklılık raporlarının nasıl alınacağını bilmiyoruz.
Bilsek bile bu çok meşakkatli ve külfetli iş için paramız yok. Hadi onu da halletsek bu kez de yeterli uzmanımız var mı bunu da hiç bilmiyoruz.
Memlekette yüzlerce okul var. İçine her gün binlerce kişinin girip çıktığı, çalıştığı yüzlerce kamu binamız var. Tüm bunların depreme dayanıklı olup olmadığı kestiremiyoruz. Yanlış anlaşılmasın, “tık histerisi” içinde “deprem kapıda” ya da “deprem yanaştı” gibi saçma sapan başlıklar atan yayın organları gibi ‘deprem oldu oluyor’ noktasında değilim. Kıbrıs’ın 1.derece deprem kuşağında olmadığı da açık.
Basının büyük kısmının sınıfta kaldığı depremle ilgili haberlerin insanları paniğe soktuğunu, travmalar yaşattığını da görebiliyorum. Ama tedbirli olmakta sayısız fayda vardır.
Haliyle bendeniz tüm bunlar yerine ‘depreme ne kadar hazırız’ sorusunun cevabına odaklanmış durumdayım çünkü depremden çok rantın, ihmalin ve riyakarlığın öldürdüğünü biliyorum. Son Maraş depremi de bu acı gerçeğin bir başka örneği oldu zaten…
Peki derdi halkın cebine ‘deprem kesintisi’ diye el atıp aslında ay sonu maaş doğrultmak niyetinde olan hükümetin bu yukarıda bahsettiğim gereklilikleri yapabileceğini düşünüyor muyum diye soracak olursanız, cevabım kocaman bir hayırdır.
Ne yani, hiç işimiz gücümüz yok da “ne imar planı ne emirname, yürüyün da korkmayın” diye konuşan bir zatı “Cumhurbaşkanlığı” makamına gönderen felsefeye sahip bir hükümete mi güveneceğiz?
Yoksa bir günlüğüne Türkiye’de on binlerin hayatına mal olduğu gibi imar barışı cinsi bir şey çıkaran, sayısı belirsiz kaçak binaya izin veren sonra da bu adımı Anayasa Mahkemesi tarafından durdurulun bir kafaya mı güvenelim?
Bu da yetmezmiş gibi tam da deprem öncesi günlerde 3 tane konuyla uzaktan yakından alakası olmayan vekili vasıtasıyla kamu inşaatları için aranan vize şartını ortadan kaldırmayı hedefleyen bir yasa değişikliğini meclise sunanlara mı kulak verelim?
Vallahi sizi bilmem ama benim bu içinde yaşadığımız düzenden hiç ama hiçbir umudum yoktur.
Hemen her noktada tel tel dökülen, her tarafını nepotizm ve yolsuzluğun sardığı, Başbakanların meclis kürsülerinden “Anayasayı bir kerecik deliyoruz, bir kerecikten bir şey olmaz” diye böbürlendiği bir düzenden fayda beklemek ölü gözünden yaş beklemekten farksızıdır.
Bu bağlamda bu düzeni tekrar tekrar ve boşuna bir şekilde kurgulayarak hayatımızı tüketmekten bıkmadınız mı?
Ben çoktan bıktım.
Keşke mecliste hükümete koltuk değnekliği yapmayı ‘demokratik mücadele zemini’ sayan muhalefet de bıksa.
Keşke KKTC düzeninin Anayasasını baz alıp hak arayışında bulunduğunu sanan sendikalar da bıksa.
Keşke birçoğu siyasi partilerin arka bahçesi olmaktan başka işe yaraşmayan STÖ’ler de bıksa.
Ama en önemlisi, bu düzenin siyasetinden ya da siyasetçisinden fayda bekleyen, düzen bekleyen, çözüm bekleyen halk bıksa!
Esas değişim o zaman başlar.
Esas değişim bu garabet düzenin toptan reddiyle başlar.
Bunun dışında bu düzen içinde yapılan mücadeleler başından mağlup olmaya mahkumdur…
Kaynak: BU DÜZENDEN TOPTAN KURTULMAZSAK GÜN YÜZÜ GÖRMEYECEĞİZ!