ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Kamuoyu araştırmalarına göre — ki bu bir duyum değil, doğrudan bilgi — Tufan Erhürman’ın önde olduğu bir tablo var.
Sokağa baktığında da, yaygın kanaat şu: “Tufan Hoca kazanır.”
Ama doğrusu, insanlar çoğunlukla nabza göre şerbet veren ustalar aynı zamanda…
Bu ülke biraz da “şerbet ülkesi.”
O nedenle ortada hâlâ bir “yarış” var.
***
Peki, manzara ne?
Tatar agresifleşti.
Eğreti cümleler, ithal reklamcıların dili…
Polemik dilenme; sataşma, korku…
Çözülmenin işaretleri.
“Biz olmazsak savaş çıkar” pozu adeta.
Ama aynı eller 610 tabanca izni veriyor şimdiki düzende.
Kime karşı?
Bu “hangi” korku?
***
En gülümseten diyalog şu oldu:
Gençler kendisini az alkışlayınca içerledi ya adam… Ünal abi 2025’i “Gençlik Yılı” ilan ediverdi.
Üç ay sonra yıl bitiyor (!)
Noter, “T”, arsa, istihdam peşinde koşarken yılın bittiğini unuttu.
Bir dostum espri yaptı:
“Yine de iyi, 2024’ü de ilan edebilirdi…”
Şimdiki çocuklar, cin gibi!
Bu reklama aldanma ihtimalleri var mı sizce?
***
Toplumun gündemi onca rezillik olsa da…
Yine dönelim şu meşhur “iki devletli hayal dünyası”na.
Ben beş senedir hâlâ soruyorum:
Bu “iki ayrı devlet” hangi ikisi?
“Biri KKTC” bile diyemiyorlar.
Tanınma isteğinden de vazgeçtiler zaten…
Siz duydunuz mu seçim vaadi olarak şu cümleyi: “KKTC’yi tanıtacağız.“
İkimi ayrı devletin biri diyelim ki, “KKTC.”
Öteki devlet hangisi?
“Kıbrıs Rum Yönetimi” diyorlar.
Öyle bir devlet mi ilan edilecek?
Yok, eğer “Kıbrıs Cumhuriyeti”yse…
Hem ayrı devlet olacağız, hem de diğer devletin kurucu ortağı mı?
İyi de garantörlük ne olacak?
“Kıbrıs Cumhuriyeti”nin bölünmezliğini garanti ediyor anlaşmalar, malum…
En mühimi…
Torunların cebindeki Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportları ne olacak?
Toplatacak mı onları?
Kendi ailesine bile sözü geçmez!
Yani ayrılırken, ne kadar hakkımız varsa, geride mi kalacak?
Avrupa Birliği üyeliğini zaten istemiyorlar…
Hatta “adanın kuzeyi de Avrupa olacak” lafına öfkeleniyorlar nedense!
***
Yabancı gazetecilerin, diplomatların, uzmanların “düşük profilli lider” tanımlaması boşuna değil.
Altı boş bir siyaset, muğlaklık, ezber milliyetçilik, bayrakla örtülmüş yozluk…
Adada yaşayan insanların kimlik, kültür, kişilik, gelecek endişesi, irade gibi kaygılarını da umursamayınca…
Ne kalıyor geriye?
***
Seçim halleri şunu gösteriyor:
Tufan Hoca’nın ısrarla, sorumlulukla, herkesi dinleyen, anlamaya çalışan, kucaklayan tavrı karşılık buluyor.
Kavga etmeyen, çatışmayan, tahriklere gelmeyen; seviyesini her durumda koruyan, doğru bilgiye ulaşmadan söz söylemeyen, hayal satmayan bir lider profili…
Ehil, yetkin, dünyada da saygı görecek bir “temsiliyet” olarak görüyor çoğunluk Tufan Erhürman’ı.
***
Keşke bu seçimin gündeminde Kıbrıs’ın geleceğine dair çok daha nitelikli tartışmalar olabilseydi.
Keşke barış inşasını konuşabilseydik…
Yenilenebilir enerjiyi, ortak güneş santrallerini, barikatsız bir geleceği, iklim değişimini, nüfus planlamasını, gelişmiş ülkelerin yaşam standartlarını, gıda güvenliğini, yeni nesil eğitimi, sosyal güvenliği…
Keşke “bayrak töreni” ötesine geçebilseydik, bu çağda…
Ama seçimin en can sıkıcı tarafı yine aynı…
Başka bir iradeye, başka bir güce, dayatmaya yaslanma çabası ve kutuplaştırma…
Şimdilik bu girişimler etki değil, tepki görüyor olsa da…
***
En başa dönelim…
Tufan Hoca kamuoyu araştırmalarında önde gidiyor.
Ama yine de seçim, son oy sandığa atılana kadar; yüz yüze temasla, iknayla, kararlılıkla sonuçlanacak.
Aklıma takılan asıl soru şu:
26 Haziran’da Yüksek Mahkeme Başkanı Bertan Özerdağ, seçmen sayısını 215.611 olarak açıklamıştı.
Seçim takvimi başlarken bu kez seçmen sayısı 217.056 oldu.
Sadece üç ayda seçmen sayısının 1.445 artması normal mi?
Bu köşe yazısı ilk defa 01.09.2025 tarihinde yayımlanmıştır.
Kaynak: SEÇİM HALLERİ