ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Darbe, cinsel ilişkide ön sevişmeye dönüşmüş gibi: Teoride herkes bundan hoşlanır ama çoğu kişi onu atlayarak arzulanan istilaya/penetrasyona geçer.
Her 15 Temmuz’da bazı kişiler, “darbe” kelimesini söylemekten kaçınmak için Maya Plisetskaya’dan [Çevirmen notu: ünlü Rus balerin] bile daha etkileyici piruetler yapmaya başvururken, diğerleri bunu zoraki olarak “drb” gibi anlaşılmaz bir şekilde söyleyerek, daha anlaşılır, güçlü bir sesle herkesi ortak noktada buluşturan, kullanıcı dostu, Türk istilasına geçerler. Neden “pervasızca bir eylem”, “iç çatışma”, “iç meydan okuma”, “bizi birbirimizi öldürmeye zorlayan bir dış müdahale” gibi şeylerle uğraşmak yerine (darbe son on yılda genellikle Pindarou [Çevirmen notu: Yazar Demokratik Seferberlik partisine (DİSİ) atıfta bulunuyor] tarafında böyle adlandırıldı), istisnasız herkesin nefret etmeyi sevdiği şeye doğrudan geçmeyelim diye düşündüler? Darbe, cinsel ilişkide ön sevişmeye dönüşmüş gibi: Teoride herkes bundan hoşlanır ama çoğu kişi onu atlayarak arzulanan istilaya/penetrasyona geçer.
Kıbrıs’a ilk geldiğimde en büyük şoklardan biri, darbenin başkahramanlarından birçoğunun, gerek EOKA-B üyelerinin, gerekse, ister sempatizanları olsun, ister yargılanırken onları savunanlar olsun, cuntayı destekleyenlerin ya şahsen ya da onların (pişmanlık duymayan) soyundan gelenlerin, partilerde, parlamentoda ve hatta hükümette yüksek makamlarda bulunmalarıydı; bu trajik gelenek günümüzde de devam ediyor. Artık yerel kolektif hafızanın nasıl işlediğini öğrendiğim için (anlatılması kolay, Nolan’ın Memento filmindeki kahraman gibi); bunu anlıyorum, kabul etmiyorum, ama en azından tüm bu saçmalığın ardındaki “mantığı” görebiliyorum. Ancak o dönemde yaşadığım kültür şoku, Sigma’nın “Una Ratsa’sını” [Çevirmen notu: Sigma kanalında yayınlanan bir televizyon dizisi] ilk izlediğimde yaşadığım kültür şokundan daha büyüktü. Onu, o dönemde henüz taze olan, Yunan standartlarıma aktarmaya çalıştılar. Birçok Cuntacının rejimin değiştiği dönemde sistemi kandırmayı başardığını ve çoğunlukla sağ partilere dahil olduklarını söylemiyorum, ancak kirli geçmişlerini gizlemeseler bile, en azından sergilememeye özen gösterdiler. [Georgios] Papadopoulos, [Stylianos] Pattacos veya [Dimitrios] Ioannidis’in [Çevirmen notu: 1967-1974 arasında Yunanistan’ı yöneten cuntanın önemli liderleri] çocuklarının, örneğin Yeni Demokrasi partisi altında milletvekili seçilebildiklerini ve babalarının yok ettiği aynı parlamentonun kürsüsünden konuştuklarını hayal bile edemiyorum. Bu düşünce sadece beyninizi yakmaz, beyin hücrelerinin Srebrenitsa’sıdır. O zamanlar bunu söylediğim insanları hatırlıyorum, sadece omuz silkip, “ah, buraya yeni gelmiş, o da öğrenecek” anlamına gelen küçümseyici bir gülümsemeyle bakıyorlardı. Evet, yabancı bir üçüncü şahıs için düşünülemeyecek bir şey, Kıbrıs’ta sıradan bir Salı günüdür.
Ayrıca Yunanistan’da, Grigoris Lambrakis’in [Çevirmenin notu: 1963’te suikasta uğrayan Yunan siyasetçi ve savaş karşıtı aktivist] katillerini savunan avukat DEĞİL, onun cinayetinin tahkikatını (hükümet ve derin devletin baskıları ve tehditlerine rağmen) cesurca yapan müfettiş Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak sanırım bu konuyu konuşmak istemiyorsunuz, değil mi?
Bu yıl (sağcı) Cumhurbaşkanı’nın Makarios’a suikast düzenlemek üzere Cumhurbaşkanlığı Sarayına saldıran komandoların mezarlarına bıraktığı çelengi de görünce tüm bunları hatırladım. [Çelenk] Tüm Kıbrıs Yedek Özel Kuvvetler Derneği (mantıklı), Başpiskoposluğa (daha da mantıklı) ve DİSİ’ye [Demokratik Seferberlik] (en mantıklı) ait çelenklerin arasında duruyordu. Cumhurbaşkanı, darbe mağdurları ve faillerini aynı günde onurlandırdığı gerçeğiyle ilgili öfkeli bir kadın tarafından sorgulandığı zaman (emin değilim ama muhtemelen küresel bir yenilik olmalı), ağzından 10 yaşın üzerindeki birinin ağzından çıkabilecek en saçma mazeretler çıktı ve (ilk olarak “daha önce yapıldı” dedi, sonra “çelengi ben koymadım, Ulaştırma Bakanı koydu” dedi – insanlar gerçekten hâlâ ona inanıyorlar mı?) hemen aceleyle ve tuhaf bir şekilde oradan yürüyüp gitti. Aynı gün, DİSİ’nin tüm teşkilatı, “iç savaş”, “ulusal bölünme”, “bölünmüşlük”, “pervasızlık” ve “bir arada başarabiliriz” ifadelerini tekrarlayıp durdu, çünkü biliyorsunuz yıkamadan sonra sıra durulamaya gelir. Söylemedikleri tek şey, muhtemelen Omorfo’nun ayağına basmamak için “nefret etmeyi bırakın, düzüşmeye başlayın” olmuştur. [Çevirmenin notu: Omorfo Piskoposu Neophytos’un yakın zamanda verdiği evlilik içi cinsel ilişkiyi kutsayan vaazına atıfta bulunuluyor]
İlk yaşadığım şokların üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra, artık hiçbir şey beni şaşırtmıyor. Ne tarihin bir bölümünün üstünün örtülmesi, ne darbenin derecesinin “dört gün önce Mari hakkında onlara izin verdiğimiz için solcuların bağırıp çağırdığı bir şey [Çevirmenin notu: Temmuz 2011’de Mari, Larnaka’daki Evangelos Florakis Deniz Üssü’ndeki büyük mühimmat patlamasına atıfta bulunuluyor]” boyutuna indirgenmesi, ne “bölücü” 15 Temmuz’un nihayetinde küçümsenmesi ne de istilanın daha yaygın ve “birleştirici” bir şekilde kınanmasının hakim olması beni şaşırtmıyor. Çünkü, şüphesiz gidişat bu yönde.
Makarios’un otoriter, baskıcı bir rejime dönüştüğünü kabul edeceğim. Ancak o, meşru hükümetti. Halk, onu bir sonraki seçimde oylarıyla görevden alma hakkını elinde tutuyordu. Makarios’un -belki de- ihlal ediyor olduğu özgürlükler ve insan hakları, cuntanın ve onun Kıbrıs’taki dalkavuklarının, umurlarında bile değildi; bu zaten lanet olası bir cunta idi, tek istedikleri yedi yıl öncesinde Yunanistan’da yaptıkları gibi kendi faşist rejimlerini kurmak için onu devre dışı bırakmaktı. Ölü komandoların “18 yaşındaki iradesiz, naif, düşüncesiz, emir altında ve askeri mahkemeye sevk edilmekten korkar” olduklarını kabul ediyorum. İnanmadığım şey, kan dökmeye hevesli tetikçi EOKA-B’cilerin ifadelerinin göz ardı edilemeyecek kadar fazla olduğudur, ancak öyle olsa bile bu hatırlanması gereken bir şeydir ve yakınları ve benzer düşünen kişilerden iki veya üç kelime duyulması yeterli olurdu. Bundan, kahramanlara bahşedilen bir onur olan çelenk konulmasına kadar, arada sadece bir boşluk değil, tam bir uçurum var.
Bazı ideallerin süreç içinde feda edilmesi gerekse de, Kıbrıs gibi sıkıntılı bir yerde ilerleme ihtiyacını anlıyorum. İstila sonrasında genel bir çatışma korkusu ve kalan Kıbrıs devletinin tamamen çökmesi karşısında, milli felaketten sorumlu olanlar için af çıkarıldığını ve yeni kurulan DİSİ altında siyasi bir sığınak sağlandığını anlıyorum. Ancak bu ihtiyaçlar 45 yıl önce geçerliydi; anlayamadığım şey, aynı şeyin bugün neden tekrar yaşanması gerektiğidir. Nefret sembollerinin dünya çapında yerle bir edildiği, silindiği veya yıkıldığı bir dönemde (siktir git General Lee, anca gidersin Leopold seni pedofil), Akdeniz’in bu köşesinde hâlâ darbeciler, teröristler, sivil katiller, hainler ve yok ediciler onurlandırılıyor ve yüceltiliyor. Her şeyi tarihsel bağlamı içinde yargılamamız gerektiğini söylüyorlar, ancak her şey gri değil. Bazı şeyler beğensek de beğenmesek de siyah ya da beyazdır ve eğer tarafsızlık ideolojisi egemen olsaydı biz ya hala mağaralarda, ya da otoriter distopyaların ayaklarının altında yaşamaya devam ediyor olurduk.
Kaynak: ŞEYTANIN AVUKATI: DARBE: YAKINDA KULLANMAYACAĞIN SÖZCÜK