ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Ülkemiz özellikle sivil toplum ve sendikal eylemler konusunda son derece zengin bir geçmişe sahiptir. Maalesef durum artık öyle değil. O zamanki sendikacıların kısa pantolonla gezen “çırakları” başa geçince sendikalar yokuş aşağı gitmeye başladı. Öyle hızlı bir gidiş oldu ki bu, kısacık süre zarfında sendikaların saygınlığını ve gücünü azaltmakla kalmadı; çalışan kesimlerin kendi sendikacılarına güveni de yok olma noktasına geldi.
Bu sözleri egemenlerin ağızlarına bakarak sendikacılık yapanlar için söylemiyorum. Onların amacı ve hedefi belli zaten. Sözlerimi bugün KTÖS gibi köklü ve saygın bir sendikayı yönetenlere yazıyorum. Keşke sendikacılığı bırakıp öğretmenliğe dönseniz de öğretmenlerin gerçek hallerini anlasanız. Öyle şirket merkezi gibi sendika binalarında oturup keyif çatarak sendikacılık yapılmaz. Bu sözleri on yıllardır eğitim neferi olarak çalışmış öğretmenlerden duyuyorum. Ara sıra KTÖS yöneticileri de öğretmenlere kulak verirlerse benzer sözleri duyacaklardır.
Neyse, bugünlük günümüzün yönsüz ve vizyonsuz sendikacılığını bir yana bırakıp geçmişten ilginç bir sendikal eylemini ve ondan daha da ilginç dava sürecinin kısa öyküsünü anlatmak istiyorum.
Zaman çok eski zaman değil o yüzden okurlarımızın çoğu hatırlayacaktır. Göç Yasası adı verilen yasaya karşı kamuoyunun tepki gösterdiği, sendikaların da ses getiren eylemler yaptığı 2015 yılındayız. Tarih 2 Nisan 2015. Öğretmen sendikaları yasanın görüşüldüğü sırada KKTC Meclis Genel Kurulu’nu basıp konuyla ilgili yazdıkları mektupları milletvekillerine dağıtıyorlar.
Eylem sona erdikten sonra Meclis Başkanı polise haber veriyor ve 13 sendikacı hakkında davacı oluyor. Sendikacılara yöneltilen suçlama “KKTC Meclis Genel Kurulu’na izinsiz girmek.” Polis, sendikacılara dava okuyor.
Nasıl savunma yapacaklarını düşünen sendikacıların aklına bir fikir geliyor. Bilindiği gibi Meclis binamız bir zamanlar Dianellos Vergopoullos sigara fabrikasıydı ve direktörü de Constantinos Damstsas idi. Sendikacıların aklına gelen fikir şu; Rum tarafına geçip Direktör Damstsas’la görüşmek ve binaya girmek için izin almak. Sendikacılar hemen Damstsas’ın Lefkoşa’daki ofisine giderek görüşüyor ve kendisinden binasına girmek için daimi izin belgesi alıyorlar. Belgeyi notere onaylatmayı da ihmal etmemişler.
Duruşmalar başladığında savcılık iddiasını tekrarlıyor ve sendikacıları “Siz Meclis binasına izinsiz girdiniz” diye suçluyor. Sendikacılardan biri bu sırada söz alıp hayır bizim iznimiz var diye mal sahibinden aldıkları izin kağıdını önce avukatlarına sonra da yargıca iletiyor. Bu arada yargıcın söz konusu kâğıdı verdiği savcı bu durumun kendisini aştığını, başsavcıya danışması gerektiğini söyleyince mahkemeye ara veriliyor.
Daha sonra konu yargıcın odasında tekrar ele alınıyor. Sendikacılardan biri açıkça diyor ki, “Eğer bizi mahkûm ederseniz konuyu AİHM’e taşırız ve binanın sahibinden tam teşekküllü giriş iznimiz olduğu halde bizi mahkum ettiğiniz için yargılanırsınız.” Bunun üzerine savcı bir kez daha başsavcının görüşünü almak için yargıcın odasından ayrılıyor ve gidiş o gidiş. Bir daha ortada gözükmüyor. Dava da ortadan kalkıyor haliyle.
KKTC meclisinin üzerine oturduğu binanın bir Rum yurttaşa ait sigara fabrikası olması, eşit egemen diye ortalıkta dolaşan siyasilerimizin halkın iradesinin yansıdığı meclisimizde 50 yıldır yasalar yaparken bu durumdan hicap duymaması da çok çarpıcı elbette ama bunlar başka yazıların konusu.
Ben sadece, sendikacılarımızın çok da uzak olmayan bir geçmişte bile zekice hamlelerle elde ettikleri kazanımlara küçük bir örnek vermek ve çok hoşuma giden bu güzel hikâyeyi paylaşmak istedim. Günümüz sendikacılarına da ilham kaynağı olur belki.
KAYNAK: MECLİS BİNASININ TAPUSU RUM’DA OLUNCA