ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Etrafımızda olup bitenlerin ne Filistinliler, ne de İsraillilerle bir ilgisi var. Her iki taraf da bu yeni çatışmanın içine sürüklenmiştir. Bütün bunların, Eksen’in bölgemizi istikrarsızlaştırmak ve yarattığı kaosla kendini dayatmak için verdiği savaşla ilgisi var.
Geçtiğimiz Ekim ayında, en azından birçokları için, her şey belirsizdi. Ve bu sadece çoktan yitip gitmiş olan Reel Sosyalizmin gönüllü lobotomize edilmişlerini ve bilgisizleri içeren kullanışlı aptalları ilgilendirmiyordu.
O günlerde, ve özellikle de—toplama kamplarıyla dolu ve vatandaşların her adımının gözetlendiği karanlık Çin, yozlaşmış oligarklar ve Putler’in Rusya’sı, sapkın mollaların İran’ı, hayali Paşa’nın Türkiye’si ve diğerlerine ait—yeni Üçüncü Yol’un iyi ayarlanmış makinesi tarafından Tik Tok ve diğer sosyal medya platformları aracılığıyla devam eden beyin yıkamalı günlerde, bazı insanların etkilenmesi mantıklı ve beklenen bir şeydi.
Ve evet, Holokost’tan sonraki en kötü anti-Semitik suçun hemen ertesi gün, daha İsrail 7 Ekim vahşetine tepki bile vermemişken, 1945’ten bu yana görülmemiş bir anti-Semitik nefret dalgası ile takip edeceğini elbette kimse beklemiyordu.
Yine de o dönemde, 7 Ekim’i Arap-İsrail çatışmasının gerçek bağlamına yerleştirenler için bir anlayış vardı.
Bugün Ortadoğu’da yaşananların çok daha derin olduğunu ve özellikle de İsrail’in Suudi Arabistan’la yakınlaşmasını raydan çıkarmak için bir şeyler yapmak zorunda olan İran’ı da içeren karanlık eksen tarafından düzenlendiğini o zamanlar anlayamayanlar için bir anlayış vardı. İran ve diktatörler ile deliler ekseninin geri kalanını zayıflatarak bölgede eşi benzeri görülmemiş küresel değişimler getirebilecek bir yakınlaşma—çünkü henüz tamamen raydan çıkılmadı.
Bu o zaman halen anlaşılır bir şeydi.
Ancak takip eden aylarda, İran yönetiminin ilk günden beri pek çok kişinin söylediği şeyi, yani 7 Ekim’i planladığını, ve saldırıların beyni olan ve neyse ki yakın zamanda “cennete” gönderilen Muhammed Deif’i eğittiğini yavaş yavaş kabul etmesiyle—ama aynı zamanda diğer her şeyle birlikte, bölgemizde neye teşebbüs edildiği ve neyin tehlikede olduğu konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmayan sayısız şeyle—başlangıçta bahsettiğimiz iki kategoriye girmeyen sıradan insanlar için anlayış alanı kesinlikle ortadan kayboldu. Neyse ki bu insanların sayısı da giderek azalıyor.
Ve geri kalanımız için, hem neler olduğunu anlayan hem de anladıklarını ideolojileri ve hatta ideolojizmlerinin en önemlisi olarak önceliklendiren birçok kişi için, yani olduğu gibi, bir ikilem ortaya çıkıyor: bölgedeki Batı varlığı ve bu güçlerin hakimiyetini ortadan kaldırmaya yönelik süregiden girişim, ve bunun gerektirdiği her şeyle nasıl başa çıkacaklar? Özgürlüksüzlük ve tüm bu [güçlerin] istekleri ile şekillenecek böyle bir ortamda yaşamları gerçekten nasıl görünüyor?
Etrafımızda olup bitenlerin ne Filistinliler, ne de İsraillilerle bir ilgisi var. Her iki taraf da bu yeni çatışmaya, onu planlayanlar tarafından sürüklendi. Bütün bunların, Eksen’in bölgemizi istikrarsızlaştırmak ve yarattığı kaosla kendini dayatmak için verdiği savaşla ilgisi var.
Tarih, belki de güven verici bir şekilde, bize ezelden beri var olan şeyleri değiştirmenin zorluğunu hatırlatmaktadır, ve bu nedenle de bu çaba kolay olmayacaktır. Örneğin İran’ın Türkiye’nin “hak ettiğinden” fazlasını almasına izin vermesi pek olası değil, ancak bu olasılığı elbette birden fazla korkuyla karşılamalıyız. Araplar da buna izin vermeyecektir.
Her ikisi de Ankara’nın Ortadoğu’da yer edinme çabasına korkuyla bakarken, Araplar da kendileri için en büyük tehdit olduğu açık hale gelen İran’ın bölgedeki etkisini sınırlamak için her yolu deniyor.
Ancak hiçbir şey garanti ve verili değildir. Durumlar değişir ve altüst olur, özellikle de en azından bizi ilgilendirdiği ve bizim çıkarımıza olduğu kadarıyla (Eksen’inkinden çok daha az) akışkanlaşmış uluslararası bir ortamda. Bu da tepki verme ve kendimizi savunma kabiliyetimizi büyük ölçüde kısıtlıyor.
Ekim ayından bu yana yaşadığımız şey, ilan edilmemiş bir savaşın doruk noktasıdır ve Ortadoğu krizinin bir başka safhası gibi görünmektedir—on yıllardır yaşananların en ciddisi. Ne yazık ki mesele sadece bu değil, hatta asıl mesele bu bile değil. Bu çok daha geniş kapsamlı bir oyundur ve gerçeklerin radikal bir şekilde değiştirilmesine çalışılmaktadır; öyle ki, Batı’nın son kaleleri, yani özünde İsrail ve biz, basitçe lüzumsuz hale geleceğiz. Bizim için yaşamsal bir alan kalmayacak.
Avrupa’da ve başka yerlerde yaşananlar da bu çabanın bir parçasıdır. Sadece burada işler çok daha katalitik.
Bu durumu desteklemekte ısrar eden ya da insanların dikkatini gerçek özünden uzaklaştırmayı teşvik eden her kim olursa olsun—yukarıdaki yaklaşım ne kadar genel olursa olsun ve sayısız paralel, yerel ve diğer yönleri kapsamıyor olsa da—ait olduğumuz özgür dünyanın çıkarlarına karşı çıkmaktadır. Kültürel ve diğer anlamlarda da.
Kişinin bunu isteyerek ya da istemeyerek yapması önemli değildir.
Böylesi kritik anlarda önemli olan sonuçtur. Demokrasiye, özgürlüğe ve nihayetinde hepimizin hayatta kalmasına son derece zarar veren bir yaklaşım için artık hiçbir gerekçe kalmadığı gerçeğinin yanı sıra…