ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Anne. Doğadaki en dayanıklı canlıdır. Çocuğu için en dayanılmaz acılara bile göğüs gerebilir. Her türlü sıkıntıya dayanır. Hakaretlere tahammül eder. Açlığa ve susuzluğa dayanır. Bunaltıcı sıcağa ve rüzgara dayanır. Her şeye dayanır ama buna dayanamaz: Çocuğunun tonlarca molozun altında yattığını bilirken, depremin neden olduğu enkazın başında durmak. Daha düne kadar kendisine yalvaran o sesti, “anneciğim yardım et”, “anneciğim ölmek istemiyorum”, “anneciğim susadım”… Bu gece, Adıyaman’da Kıbrıslı Türk kurtarma ekipleri zamana karşı yarışırken sanki hala [çocuğunun] sesinin geldiğini düşündüğü o moloz yığınının üzerinde durup bekliyor. Hava sıcaklığı sıfırın altında üç derece. Ayakları soğuktan buz kesmiş. Elleri de. Pazartesi günden beri yanaklarından durmadan süzülen göz yaşları da donmuş. Yağmur ve rüzgar yüzüne vururken, hatıralar ona acımasızca ızdırap çektiriyor. Mağusa’da yeni doğmuş bebeğini kollarına aldığı o ilk anları hatırlıyor. Göğsünü emen dudaklarını hissedermiş gibi olur ve bu anı yüreğini ortadan ikiye böler. Onun ilk adımlarını hatırlar ve dondurucu soğukta dizleri bükülür. Bir zamanlar İsias Otel’in duvarlarının bir parçası olan taşların üzerinde dizlerinin üzerine çöker. Bu isim ona – ve birçok insana –bir insanın başına gelebilecek en acı şeyi hatırlatır. Çocuğunun altında gömülü kaldığı toplu bir mezarı. Yıkılan duvarın üzerine düşmüşken, iki güçlü elin onu kaldırdığını hisseder. Komşusudur. Oğlunun en yakın arkadaşının kendi çocuğu da enkaz altında olan babası. Artık onun hayatı da darmadağın olmuş bir baba.
Yaklaşık otuz Kıbrıslı Türk aile depremler sonucu oluşan enkazın altında çocuklarını, velilerini, öğretmenlerini ve dünyalarını kaybetti. Hepsi de Mağusa’daki bir ortaokulun voleybol takımının oyuncuları ve refakatçileriydi. Hepsi de övgüye değer sportmen ve hayallerinin peşinden koşan ve geleceği parlak olan, denizin öptüğü toprakların çocuklarıydı. O gelecek artık karardı, sevdiklerinin hayatını da söndürdü. Bu insanlar bundan sonra hayatları mahvolmuş şekilde yaşayacaklar… “Şair, gözyaşları içinde, Hades’in [Çevirmenin notu: Yunan mitolojisinde yeraltı/ölüm tanrısı] kapıları haline gelen ıssız halleri görür ve itirazını dile getirir. Ölüm her yerde, güneşi karartan dünyevi bir bulut gibi,” diye yazar Tasos Lignades, [şair Odysseus Elytis’in] “Isırgan Otlu Arazi’de”. Sonra geçtiğimiz Pazartesi bir anda [Türkiye’deki] 10 ilin, 7,8 ve 7,5 şiddetindeki iki depremle yerle bir olması dünyada cehennemi ‘bize gösterdi’. Daha küçük bir deprem de komşu Suriye’yi vurdu. Tahminler ölü sayısının 100,000’e ulaşacağı yönünde! Hatta o kadar insanı barındıracak evlerin yeniden inşa edilmesinin 20 yıl kadar bir zaman alacağı söyleniyor!
TV’deki bir sonraki haberde, Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal edilmesinin birinci yıl dönümüne 15 gün kala Volodimir Zelenski’yi Brüksel’de, 27 AB ülkesinden “en kısa sürede” milyarlarca dolar değerinde uçak ve tank isterken izliyoruz. Macron ve Scholz da Ukrayna’ya “zafer elde edilene kadar, ne kadar sürerse sürsün” askeri destek vermeye devam edeceklerini söyledi. Bu [destek], New York Times’ın Amerikalı ve Batılı yetkililerin tahminlerine dayanarak, Rus ordusunun Ukrayna ordusu gibi Ukrayna’da yaklaşık 200.000 kişiyi kaybettiğini açıklamasına rağmen yapıldı. Avrupalılar, Putin ve Zelenski’yi ölülerini gömüp barış için görüşmeye oturtsa ve savaş kıyma makinesine akıttıkları milyarları Türkiye ve Suriye’deki milyonlarca evsiz depremzedeye sığınak yapmak ve Ukrayna’yı yeniden inşa etmek için kullansalar daha iyi olmaz mıydı? Bunun için değilse de en azından 21’inci yüzyılda açlıktan ölen milyonlarcan insanı doyurmak için [harcamaları daha iyi olmaz mıydı]?
Odysseus Elytis bizi sözleriyle uyarır: “Sonuç bize bağlıdır. Kuracağımız cennet de cehennem de bize bağlıdır. Kaderimiz kendi ellerimizdedir.” Kendi yüzyılında sürgün edilmiş şair, ne görüyorsun? Maraş’ı [Varosha] görüyor musun? Güzelyurt’u [Morphou] görüyor musun? Karpaz’ı [Karpasia] görüyor musun? Kaderimiz gerçekten elimizde mi? [Kaderimiz] Anastasiadis’ın elindeydi ama Crans Montana’da o bunu ‘altın pasaportlar’ için sattı. Sonrasında bizlerin gerçeklerden kopuk olduğumuzu düşünerek, Maraş’ın [Varosha] kolonileştirilmesini izledi ve bize üçlüleri ve dörtlüleri sattı. Bizler öyleyiz! Sosyal medyada bir yandan Türkiye’de ölen binlerce insan için sevinen ‘siyasi kültür’ denen şeyin süprüntülerini ve bir yandan da yeni azizlerin komşu ülkenin tamamen yok edilmesini ön gören ‘kehanetlerini’ görüyorsak, o zaman üçlülere ve East Med’e neden inanmasınlar? Sonuçta, yakın zamanda gördüğümüz üzere, seçimlere giden süreçte bile East Med bir rol oynadı. Sevgili [şair] Elytis’in dediği gibi elimizde kalan tek şey “Bizi her fırsatta boğan engin vasatlığın hüznü arasında, bir yerlerde, küçük, köhne bir odada, güçlü fikirli bazı insanların çürümeyi yenmek için mücadele ettiği gerçeğiyle teselli buluyorum”…
İyi bir seçim günü geçirmenizi dilerim ve pazartesi günü vaktiniz olursa Kızıl Haç’tan geçip Adıyaman’daki çocuklar için onları ısıtacak bir parça kıyafet bırakın. Bilemezsiniz, bakarsınız sırada biz varız. Hemen yan taraftayız ve depremler pasaporta ihtiyaç duymaz.