ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Kıbrıs’ın siyaset sahnesinde o kadar çok “avanak” var ki, bunlara bir tane daha eklenmesi dünyanın sonunu getirmeyecektir. Hele ki bizimki gibi tüm “avanakların” kazandığı, kazanamadıklarında da ödüllendirildiği bir ülkede! Evet, bir başka “avanağın” daha seçilmesiyle dünyanın sonu gelmeyecek. Kesin olan tek şey budur. Elbette, bilinçli her vatandaşın çabası siyaseti her türlü “avanaktan” kurtarmayı hedeflemelidir, değil mi? Ve ona daha fazlasını yük etmemek.
Ülkenin— kuşkusuz istismar edilmiş ve çok çekmiş—“iyi niyetli çıkarları” için de mantık bunu emretmiyor mu? Gerisinin benim gözümde “aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık” deyiminden farkı yok.
Elbette, “fenomen” söz konusu olduğunda [Editörün notu: ‘Fidias Fenomeni olarak da bilinen Fidias Panayiotou’ya atıf] yukarıdakilere pek kimsenin itiraz ettiğini görmüyorum. Yani, bizi temsil eden fazladan bir “avanağın” dünyanın sonunu getirmeyeceğine. Okuduklarım ve duyduklarımın pek çoğu neredeyse sevinç ifadesine yakın—bir kısmı da saygı duyduğum insanlardan geliyor. Yani… genel ve spesifik anlamda olay örgüsünü kaybettik.
Buna “protesto oyu” diyorlar. Geçen gün bir seçim uzmanının bu konuda yaptığı yorumu işittim. “Şüphesiz ki anket sonuçları bir protesto oyuyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor” dedi. Sanmıyorum, teşekkürler.
Protesto oyunu çok ciddi bir mesele olarak görüyorum ve, yanlış anlaşılmak istememekle birlikte, [seçmene ilişkin] bu spesifik kategoride o kadar da ciddiyet olmadığını düşünüyorum—az ya da çok, istisnalar her zaman vardır. Bu tür “protesto oyları”, “eğlence olsun diye”, veya “çok fazla öfke duydukları için” ya da sadece… öylesine, rastgele kırıp dökmeyi seven “baş belalarından” farksız. “S%#@m her şeyi”. Yani protesto oyu başka, hiçliği yüceltmek başka bir şeydir; protesto oyu başka, beni rahatsız eden şeyle ciddiyetsiz bir şekilde yüzleşmek başka bir şeydir; protesto oyu başka, aşırılıkların geleneksel olarak dikte ettiği her şeyin tamamen küçümsenmesi ve eşit seviyeye indirgenmesine güven oyu vermek başka bir şeydir.
Tabii ki ben bir seçim uzmanı değilim. Sadece fikrimi belirtiyorum. Durumla ilgili değerlendirmem asla şaşmayan algıma dayanmaktadır. Üstelik bir söz vardır: “Gerçek, zihnin algısıdır. İki zihin asla birbirine benzemeyeceğine göre, gerçeklikle ilgili tamamen farklı iki görüşümüz vardır.”
Bir uzmanın ulusal seçimlerde ciddi protesto oylarının ne zaman ve nerede kaydedildiğine ilişkin spesifik örnekler ve veriler sunarak bize yardımcı olması gerçekten ilginç olurdu. Şahsen, son on yılda (yani seçmen hareketlerinde… bir akışkanlık görmeye başladığımız dönemde), belirli bir partinin geleneksel seçmenlerinin büyük bir kısmının sandık başına gitmemesini seçimlerde ciddi bir protesto oyu olarak sayabilirdim. “İt ulur, birbirini bulur” çoğunlukla seçimlerin bir diğer “fenomeni” olan aşırı sağla ilgilidir ve bu bir “protesto oyu” değildir. En azından benim gözümde; özellikle Kıbrıs örneğinde—daha önce söylediğimiz gibi, her zaman az ya da çok istisnalar vardır. Elbette bu yönelimi açıklayan pek çok neden vardır, ancak… demagojik Siloam Havuzu’nda “arındırmak” için bunu bir “protesto oyu” olarak adlandırmakta acele etmeyeceğim. Özellikle de bu spesifik “yönelimi”. Tıpkı seçmenlerin bir kısmının yeni bir oluşuma ilgi duymasının göstergesini basit bir şekilde “protesto oyu” olarak nitelendirmekte acele etmeyeceğim gibi. Önceki yıllara ait analizlerin her geçen yıl büyüyen bir siyasi boşluğun yanı sıra seçmenlerin hiç de azımsanmayacak bir kısmının, ya inançlarını karşılamayan diğer alanlar konusunda hayal kırıklığı yaşaması ya da bu alanlar tarafından yeterince kapsanmaması nedeniyle kendini öksüz hissetmesine atıfta bulunduğu göz önüne alınırsa…
Özellikle şimdilerde aşırı sağın yükselişi düşünüldüğünde, yaşananlar hiç de sürpriz değil. Bunu doğal bir sonuç olarak tanımlayabilirim. Bunu doğal bir sonuç olarak tanımlayabilirim. Ve şunu belirtmeliyim ki, “2 numaralı olgunun” yükselişine ilişkin bu bağlamda bir analiz gözüme çarpmadı. Yanlış. Çok yanlış. Yine de durumun tuhaflığını anlıyorum çünkü en azından bir kabulü gerektiriyor! O da bunun normalleştirilmesi. Bir Mea Culpa. “Batırdık.” “Bunu biz besledik.” “Onunla oynadık, beşiğinde ona şarkılar söyledik”… Neyse, bunun gibi şeyler. Buna dair siyaset, din, parlamento, hukuk, akademi, gazeteciliğe ilişkin sorumluluklar var. Spesifik. Muğlak değil. Onlara kim mikrofon verdi? “Milli mesele”deki “ortofoni” sağolsun, bütün bunlara kim göz yumdu? Onları kim şımarttı? Çok fazla “kim” var… Bu nedenle, yağları bittiği için aptal bakireler gibi sızlananların görüntüsü yalnızca kahkahalara neden olabilir [Editörün notu: İncil’deki On Kız Benzetmesi’ne referans]. Ne yazık ki siz yatağı hazırladığınız için, biz de onun içinde yatacağız. Fakat bizden kara çarşaflarla örtünmemizi beklemeyin.