ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Yıpranmış, fazla kullanılmış, pörsümüş ve artık cılız bir slogan geri dönüyor: Kıbrıs’ta Pan-Ulusal Konferans çağrısı. Kolay, ucuz ve münasip nitelikteki bu slogan, geçmişte ulusal coşkunun yaşandığı dönemlerde birçok kişi tarafından kullanıldı. Bazıları milliyetçi duyguların halkı heyecanlandırdığını ve vatanseverlik duygularını artırdığını bilerek oy toplamak, diğerleri ise statülerini yükseltmek için bu sloganı kullandı. Yine de, sonuç elde etme becerisi ve cesareti olmayanlar, deniz yosununu ipek kurdele niyetine sattılar [Editörün notu: Boş vaatlerde bulunmak anlamına gelen Yunanca deyim].
Aslında, slogan ilk karşılaştığımızda olduğu gibi aynı naiflikle, hatta belki de aynı alaycılıkla geri dönüyor. Ne demişler: Annen yaptı, teyzen yaptı, sen de yap küçüğüm, yoksa senin neslin kaybolur. Anlamı: Biz hiçbir şeyden korkmuyoruz; kısa bir süre dinlenip, Anavatan Yunanistan için söylenenler gibi, yeniden zafere doğru yürüyüşe geçeceğiz. Ancak, annenin nereye gittiğini tam olarak anlayamamakla birlikte, kızının durumunda (uygunsuz bir şey söylemek istememekle birlikte) sadece… yolda olduğumuzu düşündüğümü belirtmek isterim.
Başpiskopos George, milletvekili Costis Efstathiu’nun kitabının tanıtımı sırasında Kıbrıs’ta pan-ulusal bir konferansın gerekliliğinden bahsetti ve şöyle dedi: “Kıbrıs hükümeti ve halkın temsilcileri, tüm verileri inceledikten sonra Kıbrıs’ın kurtuluşu için Yunan hükümeti ile çalışarak bir yol haritası çizmek üzere daha fazla gecikmeden Atina’ya gitmelidir.”
Pek tabii! Toplamda sadece beş idari bölgeden oluşan bizlerin, iki eşek arasında saman paylaştırmayı dahi başaramadığımız paradoksunu görmezden geleceğim. Ve seçimlerde gördüğümüz kutsal olmayan ittifakları gerçekleştirebilmek için, kelimeleri silip, cümleleri halının altına süpürerek bunlar hiç yokmuş gibi davranmamız gerektiğini de—her zaman “vatanın iyiliği için”. Yine de, temelsiz çağrılar yapmaya ve pan-ulusal bir konferanstan çıkacağı iddia edilen sözde ‘ulusal konsensüs’ için naif beklentiler geliştirmeye devam ediyoruz.
Bu konferansa Kıbrıs hükümeti, “Kıbrıs halkı temsilcileri”, Yunan hükümeti ve muhtemelen Yunan halkı temsilcileri katılacak. Ne diyebilirim ki, toplansınlar! Ve aynı inanç, aynı gelenek, aynı dil ve aynı kana sahip olanlar, iki toplum liderinin beş düzine figür (hukukçu, siyasetçi, danışman, işbirlikçi, sekreter ve riyakarlar) eşliğinde katıldığı gayri resmi Cenevre konferansının kabrindeki otları temizlemekten daha fazlası üzerinde anlaşabilirse, gelecek Paskalya’da Mecdelli Meryem gibi giyinip Zaha Hadid’in kan, ter ve gözyaşı ile inşa ettiği Elefteria Meydanı’ndaki merdivenlerde sürünerek, kalabalıklar tarafından taşlanmaya hazır olacağıma söz veriyorum.
Tartışmayı sürdürebilmek adına bu paradoksu göz ardı edelim. Beni daha çok şaşırtan, bir başpiskopos olan George’un, İncil’in şu uyarısını görmezden gelerek böyle bir çağrıda bulunması: “Ve son aldatmaca, ilkinden daha kötü olacak.” Her şey henüz tazeyken, 1974’ün Kasım ve Aralık aylarında düzenlenen pan-ulusal konferanslarda ‘mevcut durumun’ ne olduğu ve nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda ortak bir anlayışa varamamışken, şimdi, yarım asır sonra, nasıl bir uzlaşı, oybirliği ve karşılıklı destek sağlanabilir?—başarı elde ettiğimiz spesifik konularda değil, alınan yön ve süreç yönetimi konusunda. Böylelikle, Ekselanslarının umduğu ve dua ettiği gibi, ‘Kıbrıs’ın kurtuluşu için bir yol haritası çizmeyi’ başarabilir miyiz? 2987548
Kıbrıs sorununun ‘yeniden millileştirilmesi’ yönündeki bu tür adımlara (mazeretlere ve sorumluluklarını başkalarına yüklemeye alışmış vasat Kıbrıslı liderlere çok yakışır), genellikle kızdan anneye, kız kaybedilirse annenin de kaybedileceğine dair uyarılar eşlik eder. Başpiskoposun konuşmasında bu tür uyarılar yapıp yapmadığını bilmiyorum, ancak konuşması, geçen Ekim ayında EOKA gerillalarının yaptığı açıklamanın akabinde gerçekleşmişti. Bu açıklama, “taviz verme politikasına son verin”, “Kıbrıs Helenizminin kurtuluş ve haklarını geri kazanma yöntemini belirlemek için pan-ulusal bir konferans düzenleyin”, “Yunan ulusu işgal altındaki toprakların kurtuluşunu oybirliğiyle kararlaştıracak” ve “Kıbrıs’ın kaybı, Yunanistan’ın diğer bölgelerinin ve tüm Helenizm’in güvenliğinin kaybı anlamına gelecektir” gibi klişelerle doluydu.
Bu köşe yazısı ilk olarak 11.05.2025 tarihinde yayınlanmıştır.