ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Arka planında Avrupa seçimlerinde üçüncülük yarışının yer aldığı, son birkaç hafta içerisinde Nikolas Papadopoulos [DİKO lideri] ve [ELAM lideri Christos] Christou arasında patlak veren çatışma sadece ELAM’ın hızlı yükselişini teyit etmekle kalmadı; zira, bu zaten anketlerde de kayıt altına alınmıştı. Bu, iki parti arasındaki siyasi yakınlığın DİKO tarafından da doğrudan itiraf edilmesi niteliğindeydi. Özünde, DİKO ve aşırı sağ aynı pastadan pay almak için rekabet etmektedir. İşte bu bağlamda Nikolas Papadopulos, Aşırı Sağ partinin göçmenlik konusunda ciddi bir önerisi olmadığını göstermek için önce ELAM’ın göçmenlere pasaport verilmesi önerisini ortaya attı. Daha sonra ELAM’ın geçmişte siyasi kurumların dışında faaliyet gösterdiği döneme değinerek demokratik çerçevenin dışında yer alan bir parti olduğu imasında bulundu; ELAM’ı gördüğümüz her yerde maskeli ve kapüşonlu insanlar görmemizin bizi endişelendirmesi gerektiğini ifade etti. Peki DİKO nasıl oldu da Aşırı Sağ’ın potansiyel seçmenlerinin ana havuzu haline geldi?
Daha önceki tüm tartışma DİSİ’den ELAM’a doğru ciddi geçişlerin yaşanması ihtimali üzerinde yoğunlaşmıştı. [DİSİ] üyelerinin aşırı sağcı bir partiye katılması da buna katkıda bulunmuştu, ancak parti içinde geçmişte birçok kez aşırı sağcı pozisyonların sözcüsü olarak hareket eden bir grubun uzun süredir var olmasının da bunda etkisi vardı. Sözde Merkez olarak tanımlanan partilerin üyeleri de dahil olmak üzere, çok az kişi bu partilerin davranış biçiminin—retorik, konuların vurgulanması ve siyasi öneriler gibi—onları Aşırı Sağ parti ile doğrudan rekabete soktuğu gerçeğinden endişe duyuyordu. DİSİ kendisini en azından Kıbrıs meselesindeki söylemi bakımından farklılaştırır ve—Annita Demetriou yönetiminde—göçmenlik konusunda daha ılımlı bir söylem sürdürürken, DİKO (EDEK gibi) kendisini ELAM’dan ayır etmeyi pek başaramadı ve böylelikle aşırı sağın söylem ve propagandasına karşı savunmasız kaldı. Kendini aşırı sağ söylemden ayrıştırmadığı sürece daha fazla baskı gördü ve daha fazla baskı altında kaldıkça da ELAM’a daha fazla yakınlaşarak kendini onların aldığı pozisyonların bir temsilcisi haline getirdi.
Sorun şu ki, beş yıl önceki EDEK’in aksine, DİKO’nun siyasi bir söylemi kalmamış gibi görünüyor. EDEK’in kendisine verilecek bir oyun ELAM’ı Avrupa Parlamentosu dışında tutacağını iddia ederek oynadığı kartı oynayamıyor (çünkü anketlere göre ELAM güvenli bir sandalyeye sahip görünüyor ve DİKO’ya verilecek bir oy bu gerçeği değiştiremez). EDEK’in ara dönemde izlediği yol da seçmenlerin Merkez ya da Aşırı Sağ arasındaki ikilemini geçersizleştirdi. Aynı zamanda, bu hükümetin temel bir dişlisi olarak ortaya koyduğu ciddi eksiklikler ve patojenler nedeniyle “Maceradan uzak durmak” sloganı da [Editörün notu: DİKO’nun siyasi reklamına atıf] ikna edici olamaz; temsil ettiği bileşim ise herkes tarafından görülebilir durumda. Parlamento grubunun yarısı koalisyonda, diğer yarısı ise muhalefette (sadece hükümete değil, partinin kendisine de). Başka bir deyişle, ortada net bir riske vurgu yapan herhangi bir ikilem yok.
Ancak daha da önemlisi, artık net ayrım çizgileri de yok. DİKO’nun son zamanlarda benimsediği aşırı pozisyonlar ve ELAM ile birlikte iki toplumlu etkinliklere istinaden Yunan büyükelçiliği önünde protesto yürüyüşlerine katılmayı da içeren yol—banal olmasının ötesinde—toplumda bu partilerin aynı siyasi yelpazede bulunduğu imajını pekiştirdi. Olumsuzluk ve muhafazakârlığı hâkim siyasi söylem haline getirdi. Göçmenlik konularında aşırı söylemler benimseyerek Avrupa Parlamentosu seçim kampanyası sürecinde partiye [DİKO] destek mahiyetinde hükümetin tutumunu sertleştirmesine yol açtı; Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı Kıbrıslı Türklere yönelik önlemler nedeniyle Cumhurbaşkanı’nın ulusa sesleniş konuşmasına katılmama tehdidinde bulundu. Yaptığı her açıklama ya da hamle ile muhafazakâr kitleyi huzursuz etmemeye çalıştı. Ne de olsa, ‘Kathimerini’nin devlet-Kilise ilişkilerine dair anketini yanıtlamayı reddeden tek partiydi. Kıbrıs sorunu ve Guterres Çerçevesi’nin kabulü gibi önemli konularda ELAM ile içtenlikle aynı cephede yer aldı.
Partinin Makarios’a verdiği desteğin (ELAM’ın Grivas ile özdeşleşmesinin aksine) emsalsiz ve banal bir şekilde dile getirilmesi gibi sığ argümanlar/sloganlar kullanma ya da Aşırı Sağ ile arasındaki mesafeyi vurgulamak için Merkez’e vurgu yapan “Sizinle MERKEZüssündeyiz…” sloganıyla iki partiyi birbirinden ayırt eden şeyin altını çizme çabası, siyasi düzeyde kendini farklılaştırmakta zorlandığının göstergesidir. DİKO ile Aşırı Sağ arasındaki risk farkı, eğer varsa, o kadar da yüksek değil.
Bu süre zarfında sadece ELAM’ın yükselişine tanık olmadık. Çoğunlukla Merkez’de birden fazla ELAM’ın ortaya çıkışını da izledik—aynı retorik, aynı kaygılar ve aynı banallikle. Seçmen kayıplarını önlemek veya yeni oylar çekmek için, ya da ELAM’a potansiyel transfer olarak görülebilecek parti üyeleriyle dolmuş olmaları nedeniyle, aşırı söylemlerle yakınlaşmayı ve çoğu zaman bunları benimsemeyi seçtiler. Genellikle çözüm olarak aynı politikaları öne sürerek ELAM’ın siyasetini ana akım siyaset haline getirdiler. Öyle ki, ayrım çizgileri belli bir noktanın ötesinde ayırt edilemez hale geldi. DİKO’nun bugün ödediği bedel budur. Bugün siyasal sistemin ödediği yüksek bedel budur. Bugün siyasi sistemin ödediği yüksek bedel budur. DİKO’nun 70 yıl önce Makarios’a verdiği destek bugün ne kadar geçersizse, DİKO’nun [seçim kampanyasında] ortaya koyduğu ikilemler de o kadar geçersiz. Ancak Aşırı Sağ’dan farklılaşma konusundaki bu yetersizlik sadece DİKO’yu ilgilendirmiyor. Bütün siyasi sistemi ilgilendiriyor. Ancak, her şeyden önce, toplumu ilgilendiriyor.