ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Kuşkusuz, Makarios’un en iyi müritlerinden biri Nikos Anastasidis’tir. En az onun kadar inatçı ve onun kadar etrafında olup biteni görmeyen biri olduğunu kanıtladı. Ancak o da Makarios gibi iç siyasette kitleleri etkileme yeteneğine sahipti.
Harding Planı, altmış yedi yıl önce (28 Ocak 1956’da), EOKA’nın kurtuluş mücadelesinin yaklaşık sekizinci ayında Başpiskopos Makarios’a sunulmuştu. Daha genç okuyucular için, Harding’in İngilizler tarafından esasen vali olarak görev yapmak ve Kıbrıs’taki ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırmak için gönderilen, dinamik bir İngiliz subayı olduğundan söz etmeliyiz. İngilizler hakkında ne denilirse denilsin, görüşmelere fırsat vermeye ilk onlar karar vermişlerdi.
Harding, Makarios’a Kıbrıs’a başlangıçta geniş özerlik içeren bir kraliyet koloni statüsü verilmesini öngören bir plan sundu. Planın ana hamlesi bir Anayasaya izin verilmesi ve üzerinde anlaşmaya varılmış belli bir süreden sonra, yani on yıllık geçiş amaçlı özerk yönetim sonrası uygulanacak self-determinasyon hakkının tanınmasıydı: Bu süre de yedi yıla indirilebilirdi. Anayasaya göre, Kıbrıs’ın bir K/R Başbakanı ve onun kuracağı, Kıbrıslı Türklerin de temsil edildiği bir kabinesi (perde gerisinde Kıbrıs Türk işlerinden sorumlu tek bir Türk bakanın dahil olduğu 9 kişilik bir kabineden söz ediliyordu) olacaktı. Kıbrıs zaman içinde ya bağımsız bir ülke olacaktı ya da Yunanistan ile birleşecekti.
Bombalar
Bir gece önce, Lefkoşa İngilizleri hedef alan onlarca bomba ile sallanmıştı. Bu bombalar zorlu bir müzakere için taktiksel amaçlı mıydı, yoksa planın reddedilmesinin bir işareti miydi? Kesin olan şey, ertesi gün, Makarios’un Harding Planı’nın birçok olumlu unsurlar içerdiğini düşünmesine rağmen daha fazlasını talep etmesiydi. Kendisi bir Bizans müzakerecisi olarak, belki de muhataplarına şehirde kararları kimin verdiği yönünde bir mesaj vermek istiyordu.
Başpiskopos Cikko [Kyykos] Manastırı’nda bu yönde biraz pratik yapmıştı. Kıbrıslı Rumlar için Manastırlar genelde, siyasi fikirlerin üretildiği alanlar olmuştur. Daha sonraki bir dönemde İtalyan gazeteci Oriana Fallaci’ye verdiği bir röportajda Makarios, kişiliğini ortaya çıkaran bir anısını ve daha kapsamlı olarak, yıllar içinde siyasetçi olarak uyguladığı taktikleri anlattı.
Cikko [Kyykos] Manastırı, 1930. Genç rahip adayları sakal bırakmak zorunda değildiler ve Makarios tıraş olmaya devam etmek istiyordu. Manastırın baş papazı, Hrisostomos, ona sakal bırakması için baskı yapıyordu ancak Makarios bunu istemiyordu ve bu da ikisi arasında bir zıtlaşmaya neden oldu.
Makarios Fallaci’ye baş papaz ile arasında geçen diyaloğu hareketli bir şekilde aktardı:
Baş papaz: “Ya dediğimi yapacaksın ya da gideceksin.”
Makarios: “Tamam o zaman giderim.”
Makarios eşyalarını toplamaya başlar.
Baş papaz: “Gitme! Kal.”
Makarios: “Tamam , kalırım.”
Baş papaz: “Ama sakal bırakacak mısın?”
Makarios: “Hayır, bırakmayacağım.”
Baş papaz: “Kendine gel, yoksa seni döverim.”
Makarios: “Hadi vur.”
Baş papaz ona vurmaya ve bağırmaya başlar
Baş papaz: “Sakal bırakacak mısın?”
Makarios: “Hayır!”
Baş papaz: “Peki şimdi?”
Makarios: “Hayır.”
Makarios’un anlattıklarına göre, en sonunda yorulan baş papaz oturur.
Baş papaz: “Lütfen. Bırak azıcık uzasın, pes etmişim gibi gözükmemesine yetecek kadar uzasın.”
Makarios: “Hayır!”
Baş papaz: “Sadece azıcık, insanlar sakal mı uzatıyorsun diye sormaya başlayacak kadar.”
Makarios: (Sırıtarak) “O kadarcık mı?”
Baş papaz: “Evet, bir santim daha fazla değil.”
Makarios: “Tamam”.
Kıbrıslı zihniyeti
Klasik Kıbrıslı inatçılığı bu olayda muazzam bir şekilde anlatılıyor. 1930 yılında, Makarios bir rahip olarak kalmak istiyordu. 1956 yılında, muhtemelen Harding’le bir çözüme ulaşmak istiyordu.
Ancak Kıbrıslılar iyi müzakereci değildirler, özellikle de her şeyin kendi istedikleri gibi olmasını istediklerinde. Tüm muhataplarının Cikko [Kyykos] baş papazı Hrisostomos’un akrabaları olduğunu varsayarak müzakere ederler. Ama tabii ki haksızlık da yapmayalım. Makarios muhtemelen, o dönemde, toplumumuzun sahip olduğu en iyi şeydi.
Böylece, Makarios bu numaralarını önce Harding’e ve daha sonra İngiliz Bakan Lennox-Boyd’a uygulamaya başladığında, ikisi de onu ortada bırakıp gittiler. Daha sonra onu Seyşeller’e sürgün ettiler ve İngilizler Süveyş’ten sonra artık Kıbrıs’ı terk etme düşüncesinden vazgeçtikleri için Kıbrıs sorunu da duraklamaya girdi.
Havaya uçurduğumuz veya görüşmeyi reddettiğimiz benzer planlar, her zaman [koşulları] biraz daha kötüleşerek, gelmeye devam etti. 1. Zürih-Londra anlaşması ve Bağımsızlık, 2. Acheson Planı, 3. 1972 Kleridis-Denktaş görüşmeleri, 4. Amerikan-Kanada Planı, 5. Gali Planı, 6. Annan Planı, 7. Guterres Çerçevesi.
Öyle dönemler oldu ki, koşullar güçlü bir pozisyonda müzakere etmemizi sağlayabilirdi. 1956’da Harding sadece K/R’larla müzakere ediyordu çünkü EOKA ile ölümcül bir çatışma istemiyordu. 1964 ile 1967 yılları arasında, Yunan Alayı’nın da varlığıyla, ya iyileştirilmiş bir Zürih [anlaşması] ya da Yunanistan’la birleşme bile elde edilebilirdi. İşgal sonrası dönemde, 2004 yılında, Kıbrıs’ın AB’ye katılımından sonra kendimizi bazı iyileştirilmiş koşullarda müzakere ederken bulduk. Tüm bu örneklerde, iş birliği ruhu sergilememiz ve Kıbrıslı Türklere karşı saygı duymamız gerekti. Hiçbir zaman, Kıbrıslı Türkler olmadan bölünme dışında başka bir çözüm olmadığının farkına varamadık.
Bir liderler birleşimi
Özet olarak, Kıbrıs sorunundaki siyasi düşünce tarzımızın temellerini oluşturan Makarios idi. Herkesle meseleyi Baş Papaz Nikiforos’la görüştüğü gibi görüştü. Taktikleri Kıbrıs’ta işe yarıyordu. Galip geldi. Uluslararası arenada ise, zaman içerisinde yaşadığı jeopolitik ortamı temelde algılayamayan marjinal bir lider haline gelmişti.
Spiros Kipriyanu ve Tasos Papadoulos Makarios’un kötü çömezleriydi. Makarios’un cephanesinde biraz da olsa keşiş diplomasisi vardı, ancak Kiprianu ve Tasos’un yaptığı tek şey hızlanıp duvara toslamak oldu.
Kuşkusuz, Makarios’un en başarılı müridi Nikos Anastasiadis’tir. En az onun kadar inatçı ve onun kadar etrafında olup biteni görmeyen biri olduğunu kanıtladı. Ancak iç siyasette, Makarios’daki kitleleri cezbetme yeteneğine sahipti. Crans Montana’da tıpkı Makarios’un Harding’e davrandığı gibi hareket etti. Bugün, Guterres onun, ülkesini yeniden birleştirmek için fırsat verilen ancak bunu başaramayan sorunlu bir kişi olduğunu düşünüyor. Makarios’un yolundan gitmeyi, hatta onun ötesine geçmeyi seçti, ama iyi anlamda değil. Başpiskopos maddiyat konusunda kendi kendine yeten birisiydi. Anastasiadis ise içimizdeki Franko-Levanteni ortaya çıkardı. Siyasete bir vrakas [Çevirmenin notu: Geleneksel Kıbrıs şalvarı giyenler için kullanılan bir ifade] olarak girdi ve mültimilyoner olarak ayrılıyor; özel jetle seyahat eden ve egzotik yerleri çiçekli gömlekler giyerek gezen biri olarak.
Bizi birleştiren bir güç
[Çevirmenin notu: yukardaki alt başlık aynı zamanda Nikos Hristodulidis’in seçim kampanyasında kullanılan bir slogandır]
O, ülkemizin herkesin takip etmek istediği yeni standartlarını belirliyor. Prensipli politikalar izlediğimiz sürece, artık önemli olan siyasetçinin politikaları değil, politikacının imajıdır. Bizi birleştiren güç prensip sahibi siyasettir: Bizler Cikko [Kyykos] Baş Papazı Hrisostomos’la zıtlaşırız; Harding’le müzakere masasına otururuz, yurtseverler olarak, Guterres ve yardımcılarına lanet okuruz ve bununla da kalmayıp, ceplerimizi parayla doldurduğumuzdan emin oluruz. Bunu da keskin gözler ve parlak bir imajla yaparız. Önemli olan uçmayı bilen ve en parlak olmayı becerendir. Onun merdivenlerden gürültüyle yuvarlanan paslı bir teneke kutu olduğunu bilmemize rağmen.
Kaynak: MAKARIOS’UN HALEFLERİ