ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Merhum Zahos Hadjifotiou’nun dediği gibi, bir insanın niteliği halkla ilişkiler imajıyla değil, garsonlara davranış biçimiyle değerlendirilir.
Yani, bir zamanlar altın yeşili bir yaprak [Editörün notu: Kıbrıs’a atıf] olanda—bir bütün olarak aldığımız ama vasatların elinde yarım bırakmayı başardığımız, bin yıllık tartışılmazları yok olma statüsüne soktuğumuz—sözümona büyük başarılarımızı gösteren başarı öyküleri, “merkezler”, “odaklar” ve “köprüleri” saymak üzere “eğitilmiş” olabiliriz, ancak bir ülkenin—hem de bir Avrupa ülkesinin (!)—gerçek imajını sabahın üçünde, oranın Uluslararası Havaalanı’na vardığınızda ve gideceğiniz yere ulaşmanız için yasanın öngördüğü Lefkoşa için 70 ve Baf için 140 euroluk ücretlerin, direksiyonun önüne kıçlarını oturtup sizi oraya götürmeleri için yeterli olmadığına karar veren bir avuç taksi şoförünün ruh haline bağlı olduğunda deneyimleyeceksiniz.
Ya sizden çok daha fazlasını isteyecekler, ya müşterileri bir grup haline getirmeye çalışacaklar, ya da ağzınız açık kalacak ve—biz değil, biz biliyoruz, yabancı ziyaretçilerden bahsediyorum—hangi az gelişmiş ülkeye indiğinizi merak edeceksiniz. Bu “küçük” ama çok önemli şeylere bakarak bir ülkenin başarı öyküsünü değerlendirebilirsiniz. Ülkenin yaşadığı muhteşem büyümenin hiçbir reklamında göremeyeceğiniz şeylerle.
Var olmayan otobüs duraklarının reklamını yaparken turist çekemez ve bir hayalet kulede üç milyona daire satamazsınız—toplamda 9.000 kilometrekarelik bir yerde, ki Türklerin elindeki 3.500’ü, İngiliz üslerinin 250’sini ve tampon bölgenin 240’ını çıkarırsanız, yönetmek için elinizde ne kalır? 5,500 kilometrekareden biraz daha az! İlkine gün batımı ve Kourion’u, diğerine ise Avrupa pasaportunu gösteriyorsunuz.
Onlara 79 yaşında bir kadının “yükselişteki” şehirde, sabah ziyaret ettiği hastaneye 500 metre mesafede bir çukurda ölü bulunduğunu ve birçok sağlık problemi, demans ve diğer zihinsel sorunlarına rağmen taburcu edilerek evine—tek başına—gönderildiğini anlatmazsınız. O halde bir ülkenin ilerleme ve gelişmesini gündelik hayatın “küçük şeylerine” bakarak değerlendirebilirsiniz. Jeostratejik ve jeopolitik rolünüz ne kadar önem kazanırsa kazansın, bu “küçük şeyler” (neyse ki hepsi değil) on yıllar boyunca değişmeksizin aynı kalır.
Elbette son zamanlarda büyük konulara bakarak da bunu yapabiliriz! Hem de büyük kalkınma projeleri gibi konular! Şimdi onlar da Kıbrıs sorunundan etkilenen… “uzun vadeli” ve verimsiz bir seyir içinde ilerliyorlar. Doğmayan güneşin ülkesinde yaşadığımızı söyleyebiliriz. Vasiliko Terminali, Larnaka Limanı ve Marinası, Baf-Polis Hrisostomos yolu, Liopetri Nehri’nin peyzaj düzenlemesi…
Usulsüzlüklerin, yolsuzlukların, yetersizliklerin, kötü yönetimin sembolü haline gelen projeler… Birbiri ardına batıyorlar! Bazıları daha başlamadan, ya da işin yarısına gelinmeden, ve planlanan uygulama süresi birkaç on milyonluk masrafla birlikte akılsızca kemirildikten sonra çöküyor… Başkanları gece gündüz açılış kurdeleleri kesen, son yıllarda sürekli başarılar, kazanımlar ve zaferler elde eden, bir “merkez”, bir “odak” ve bir “köprü” haline gelen ve yaralı olmasına rağmen asla yenilmeyen bu ülkenin nesi var?
Avrupa Birliği bizim çerçevemiz olmasaydı, üyeliğimiz bizi—zaman zaman isteksizce ve gönülsüzce—iki adım ilerleme kaydetmek zorunda bırakmasaydı ve Akdeniz’deki konumumuz, ilgili çıkarlar ve büyük güçler tarafından kendi çıkarları için birçok kez “kurtarılmak” zorunda kalmasaydı, bize ne olurdu diye sık sık merak ettiğimi gizlemiyorum. Bu bir tür rahatlık olmasaydı, bu vasat, servet peşinde koşan ve yozlaşmış insanların merhametine kalsaydık—Allah korusun—bize ne olurdu?
Kaynak: TÜM HAYATIMIZ, UZUN SOLUKLU BIR MÜCADELE (ŞİMDİ BÜYÜK İŞLER DE DAHİL)