| KIBRIS SORUNU |KIBRIS POSTASI

TÜRKİYE SEÇİMİ, ÇÖZÜM UMUTLARI VE ÜÇ BOYUTLU DENKLEM…

ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)

Geçen günkü makalemde, 14-28 Mayıs seçimlerini değerlendirmiş, genel olarak süreçte yaşananları irdelemiştim.

Bu makalemde ise Türkiye seçimlerinin Kıbrıs sorunu bağlamındaki etkilerini bazı ipuçlarını da değerlendirerek irdelemeye çalışacağım.

Malumunuzdur, Kıbrıs sorunu Türkiye siyasetinin çok büyük bir çoğunluğu için Milli Davadır. Hatta daha da ileri gidip ifade etmemiz gerekirse, şu son seçim dönemindeki kutuplaşmanın tamamen dışında, belki de kutuplaşanların üzerinde anlaşabileceği yegane konudur.

Öte yandan tüm seçim dönemi boyunca Kıbrıs konusu çok fazla gündeme gelmemiş, üzerinde pek bir tartışma yaşanmamıştır. Yalnızca birkaç kez AKP tarafının gündemine gelmiş, orada da şu anda sürdürülen iki devletli çözüme vurgu yapılarak, milliyetçi-muhafazakar seçmen pek rahatsız edilmemiştir. 6’lı masa denen ittifak da bu noktada 264 sayfalık manifestolarına kimselerin pek de anlamadığı bir takım ‘siyasi-egemen eşitlik’ gibi şeyler koyup, geçiştirmiştir.

6’lı masanın adayı Kemal Kılıçdaroğlu ise sanırım 1-2 kez, Türkiye ve KKTC’nin ‘yeniden Doğu Akdeniz’de hakim duruma’ geleceğini söylemiş, boru hattının da Türkiye üzerinden geçeceğini ima etmiştir.

Tabii Kemal Bey, boru hattının Türkiye üzerinden geçip gitmesi için birinci şartın adada ulaşılacak bir çözüm olduğunu es geçip, yuvarlak popülist söylem içinde bu ifadeleri kullanmıştır. Kendisi bildiğiniz üzere federal çözüm formülünü hiçbir şekilde desteklememekte, 1974 müdahalesi için ise ‘partisinin Beşparmak Dağları üzerine milliyetçilik’ yazdığını söyleyip, sorunun o yıl çözüldüğünü vurgulamaktadır.

Gerçeklerden çok uzak olan bu ifadeleri bir kenara bırakıp, tamamlanan seçimler ve ötesine bakalım.

Türkiye, Kıbrıs, Yunanistan derken, peş peşe tamamlanan seçimler, Rusya-Ukrayna savaşının ortaya çıkardığı yeni durum, Avrupa’nın Rus gazına bağımlılığı, oluşmaya başlayan yeni konjonktür ile birlikte, Kıbrıs sorununun federal temelde çözümü için bir umut var mı?

Sorulması gereken soru budur ve benim cevabım, seçim öncesi tarafların yaptığı bir takım açıklamalara bakılırsa bu konuda belli bir niyetin olduğunu gözlemlediğimi söylemek isterim şeklindedir.

Bu noktadan sonra konuları toparlayarak gidecek olursak, üç noktada ya da boyutta bir takım gelişmeler olduğunu söylemek mümkündür.

Bunlardan birincisi Türkiye’nin bu yılın başında en üst düzeyden iki üç kez tekrarlanan “Doğu Akdeniz Konferansı yapalım” önerisidir. Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, sonra da Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu tarafından yapılan bu çağrıya AB tarafından henüz bir cevap gelmemiştir ama bu gelmeyeceği anlamı taşımaz. Çünkü malum, arada bir seçim süreci vardı. Şimdi bu süreç tamamlandığına göre, böylesi bir konferans ihtimali var mı?

Bence var ve Türkiye seçiminin 2.turunun hemen öncesi Kıbrıs açıklarında faaliyet gösteren ve daha önce gemileri Türk savaş gemileri tarafından kovalanan İtalyan ENİ şirketinin en üst düzey yetkilisinin açıklaması her türlü manidardır.

Açmam gerekirse, ENİ’nin CEO’su Claudio Desclazi’nin Yunan Kathemerini’ye konuşup “East-Med projesinin hayata geçmesi Türkiye olmadan imkansızdır” demesi çok önemli bir mesajdır. Hatırlanacağı üzere geçtiğimiz yılın ortalarında “East-Med projesi sürdürülebilir değil, desteklemiyoruz” diyen bir ABD vardı. Hatta bu açıklama projenin sonsuza kadar rafa kalkması anlamına da geliyordu.

Peki ne oldu da Desclazi bu ‘ölmüş’ sayılan projeyi yeniden hatırlatma gereği duydu dersiniz?

Bana sorarsanız uluslararası finans kapitalin 80 kilometrelik Türkiye hattı dururken, Akdeniz’in en derin sularından 2200 kilometrelik, tahmini 12-13 milyar dolarlık bir projeyi düşünmesi imkansızdır. Dolayısıyla bölgedeki Mısır, İsrail, Lübnan, Kıbrıs ve hatta Libya’nın MEB’inden çıkarılacak olan doğal zenginliğin kıta Avrupa’sına en kolay gidiş yolu elbette Türkiye’dir.

Ancak bu noktada bugüne kadar ‘imkansız’ kalan bir şeyi de vurgulamak zorundayız: Kıbrıs sorununun çözümü!

Zira tüm bu Doğu Akdeniz denkleminin ortasında Kıbrıs denilen ada vardır.

Peki bu iş nasıl olacak?

Bildiğiniz üzere Rumlar bu yılın başında yeni bir lider seçmişlerdir: Nikos Hristodulidis.

Yeni Rum liderin geçmişini, Crans Montana’daki halleri yerine, seçildikten sonra takındığı tavrı, olayın ikinci boyutu olarak ele alabiliriz.

Hristodulidis’e kadar süregelen Rum liderliği adada olup bitenle ilgili hep Türkiye’yi suçlamış ve onu bulabildiği her uluslararası kuruma şikayet edip, yaptırım beklemiştir. Bu kervanın en son yolcusu Anastasiadis de, Türkiye’nin Kıbrıs MEB’inde uyguladığı ‘gun-boat diplomasisi’ tarzı siyaseti sürekli AB’ye şikayet edip, Brüksel koridorlarında yaptırım peşinde koşmuştur. Buna karşın en büyük yaptırım başarısı, bölgede sismik araştırma yapan Türk gemisinin kaptanının hesaplarına el koydurmak olmuştur. Tabii ki komik.

Bu siyaset uygulanırken gerek sözcü gerekse de Dışişleri Bakanı olan Hristodulidis, koltuğu devralınca son derece akılcı bir siyasi adımla, Türkiye’yi cezalandırma yerine, çözüm için teşvik ya da motive etme adımları atmaya başlamıştır. Rum liderin niyeti, AB’yi Kıbrıs sorununun çözümü konusunda inisiyatif almak ve çözüm için üst düzey Avrupalı bir arabulucunun atanmasını sağlamaktır. Bence ezber bozucu bir adım.

Bu bağlamda geçtiğimiz hafta Almanya’ya bir ziyarette bulunan ve Şansölye Scholz ile görüşen Hristodulidis’in, federal çözüm konusunda destek aldığı basına yansımıştır. Ama basına yansıyan çok kritik başka bir detay, AB’nin Kıbrıs sorununa olası müdahil (sadece teknik olarak değil, siyasi olarak) olma potansiyelini göstermesi açısında önemlidir. Öyle ki ziyaret sırasında Alman DW muhabirinin sorularını yanıtlayan Rum lider, kendisine konuyla ilgili yöneltilen “Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, AB tarafından Kıbrıs sorunu danışmanı ya da arabulucu atanmasını nasıl bulursunuz?” şeklindeki soruya belki “o çok popüler bir liderdir, saygın birisidir ama bu konuda kararı kendisi ya da AB verir” diye yuvarlak cevap vermiştir ama isim zikredildi bir kere! Merkel!

Geçmişte adaya da ziyarette bulunan ve Ledra Palace otelin balkonunda Kuzey Lefkoşa’ya bakıp barış mesajları veren Merkel’in isminin röportajda sorulması asla tesadüf değildir!

Erdoğan ile her zaman olumlu bir ilişkide bulunan ve onun saygısını kazanan, siyaseten ‘tuttuğunu koparan’ cinsten birisi olan Merkel’in böylesi bir göreve atanması bence çözüm barometresini patlatır! Olup olmayacağını ise önümüzdeki zamanlarda anlayacağız.

Konunun üçüncü önemli tarafı da Türkiye’nin seçim sonrası izleyeceği rotadır: Batı ya da Doğu?

Kimileri Erdoğan’ın zaferini  ‘Rusya kazandı’ şeklinde yorumlamakta, Türkiye’nin iyice Avrasya’ya kayacağını öngörmektedir. Bence bu tez yaşananlara bakılınca (S-400 olayı, Soçi zirvesi vs) bir yere kadar doğrudur belki ama bu savurulmanın bence bir sınırı vardır.

1948 Marshall Planından başlayarak, Kore savaşı sonrası NATO’ya giren ve 1960’ların başında Avrupa’nın yolunu tutan Türkiye’nin aradan geçen 75 yılın ardından yüzünü tamamen doğuya dönmesi bence imkansız bir olaydır. Hele de işin içinde Avrupa’da yaşayan milyonlarca gurbetçi ve devasa ekonomik partnerlik düşünülürse bu iddialı ifadem daha iyi yorumlanabilir. Daha spor, kültür ve diğer sosyal bağlılıkları saymadım!

Elbette, Türk Dış siyaseti, Rus-Ukrayna savaşının ardından bir kez daha ortaya çıkan Türkiye’nin jeo-stratejik ve jeo-politik önemini bir koz olarak oynayıp, çıkarlarını gözetmekte, bir denge siyaseti gütmektedir belki ama nihayetinde illa ki bir karar alma anı gelecektir. Bence Türkiye’nin yönü tam istikamet değilse bile batıdır, orada kalmaya devam edecektir.

Makalemizin sonuna geldiğimiz şu satırlarda gördüğünüz gibi konunun boyutlarını anlatırken bir tek kez bile ‘Kıbrıslı Türk liderliği’ ya da ‘liderinin’ adını ya da başka bir siyasetçiyi anmadım.

Neden? Çünkü 2020 sonrası Kıbrıslı Türkler denklemden çıkartılmış, özne anlamında kayıptan da öte ‘kaybettirilmiştir.’ Kayıp ya da etkisiz olanı anmak boşuna yer kaybıdır diye ben de yerden tasarruf ediyorum zaten…

Acı ama gerçek budur…

Son söz, evet, Kıbrıs sorunu konusunda birtakım beklentiler oluşmuştur. BM Genel Sekreteri Guterres’in özel danışmanı Colin Stewart’ın adanın iki tarafındaki sermaye gruplarını harekete geçirmesi, yine BM’nin üst düzey diplomatlarını göndermesi bu beklentileri artmıştır. AB’nin müdahil olma olasılığı da beklentilerin bir başka artış sebebidir.

Şimdi gözlenmesi gereken şey, Türkiye-Kıbrıs Cumhuriyeti-AB ekseninde yaşanması muhtemel gelişmelerdir.

İçimdeki ses bu yazın siyasi gelişmeler açısından çok sıcak geçeceğini söylüyor.

Umarım sadece havanın sıcaklığıyla kalmayız!

Kaynak: TÜRKİYE SEÇİMİ, ÇÖZÜM UMUTLARI VE ÜÇ BOYUTLU DENKLEM…

Share:
ULAŞ BARIŞ | KIBRIS POSTASI
Ulaş Barış, 1 Mayıs 1973 İstanbul doğumluyum. Köşe yazarı, programcı, editör, muhabir, haber müdürü, tashihçi gibi her türlü görevde ve bir çok kutuluşta çalışmış birisiyim. Yaşadığımız (içte ve ada genelinde) tüm sorunların anasının Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğü olduğunu biliyorum. Haliyle çözülmesi için kendimce uğraşıyorum. Bir sürü başarısız zirvede bulundum ama er geç bir başarılısında bulunacağıma eminim. DAÜ Siyasi Bilimler mezunuyum. Bunun dışında 30 yıldır sahnelerdeyim, yaşlı ama yılmayan bir müzisyenim. Long Live Rock and Roll!

BUNLAR DA İLGİNİZİ SEÇEBİLİR