| Sosyal Konular |YENİDÜZEN

DENETLEN(E)MEYEN NÜFUS, ARTAN SUÇ ORANLARI VE KALABALIKLAŞAN HAPİSHANE

ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)

Uzun zamandır toplumun büyük bir kesimini etkileyen ekonomik sorunlara karşı hiçbir çözüm hayata geçirilmiyor, oradan oraya savruluyoruz. Hükümet edenler ve aslında yürütmenin bir parçası olan cumhurbaşkanı, her gün “masallar diyarından” bize seslenerek, sadece kendilerinin ve çok küçük bir grubun çıkarlarını doyurmaktan başka bir işe yaramıyorlar. Özellikle bakanlık koltuğunda oturanların en önemli kaygısı, ayaklarının altındaki toprağın hiç beklenmedik bir anda kayıp gitme ihtimali.

Mesela bir yerden uçağa binip memlekete doğru yola çıktıklarında, havadayken koltuğu kaybetme riski ile karşı karşıya kalabilirler. Hal böyle olunca toplum yararına atacakları adımlardan ziyade, şükran sunmaya ve emre itaat etmeye odaklanıyorlar. Aksi takdirde koltuk alttan gider ve aniden kendilerini boşlukta bulabilirler. Mesela İzlem Gürçağ Altuğra ve Ziya Öztürkler, görevden alınmaları ardından yaşadıkları şokun etkisiyle, “hizmet aşkı”na yönelik yaptıkları sosyal medya paylaşımları ve açıklamaların bir türlü sona ermemesi de bundan kaynaklanır: “Kadrimiz kıymetimiz bilinmedi ey halkım, unutma bizi”!

Tabii ki mevzubahis sadece UBP’nin içinin cadı kazanına dönmesinden ibaret değil. Hükümetin diğer ortakları DP ve YDP’nin de memleketin yararı yerine, malum kesimlerin ceplerini doldurmaya yönelik ortaya koydukları çaba da ekonomideki çıkmazı derinleştiriyor. Örneğin bir mal satışı yapılacaksa, üst makamlarda oturan kişilerin rüşvet payları da ödenecek şekilde tutar hesaplanıyor, diye iddialar dillere dolanmış vaziyette. Anlayacağınız tuz koktu, yurttaş ne yapsın?

***

Bugüne dair sıralanabilecek birçok sorun var. Ama ben artan suç oranlarına değinip, birkaç saptama yapmak istiyorum. Basın camiasında, “3. sayfa haberleri” diye tabir edilen olaylar, gündemimizi ciddi şekilde meşgul ediyor. Özellikle mali nitelikteki suçlarda yaşanan artış, dikkate değer. Bunların büyük bir bölümü gittikçe derinleşen yoksulluktan ve bir türlü üretilemeyen nüfus politikası eksikliğinden kaynaklanıyor. Yargılanan kişilerin yoğunlukla, ya öğrenci vizesi ile ülkede bulunmaları ya da bir şekilde kayıt dışı statüye düşmüş kişiler olmaları göze batıyor. Bu durum, devletin ülkeye bir şekilde izinli olarak giriş yapan nüfusu gerektiği gibi denetlemediğine de işaret ediyor.

Kayıt dışı olan ve ülkede herhangi bir sosyal güvencesi bulunmayan bir kimsenin suç işleme potansiyelinin arttığını söylemek için âlim olmaya gerek yok. Evet, bizim kamu düzenimiz bozuluyor ama şunu da bilelim ki o kişileri de bir şekilde sömürüyoruz. Öncelikle eğer öğrenci değillerse ön izinle geliyorlar ve ardından takibi yapılmıyor. Sonrasında da büyük bir kısmı hiçbir kaydı olmadan çeşitli işlerde daha ucuz şekilde, güvencesiz ve esnek şekilde çalıştırılıyor ve ekseriyetle suç işledikleri zaman kayıt dışı oldukları ortaya çıkıyor. Öğrenciyseler de büyük bir kısmı aracı şirketler tarafından dolandırılıyor. Eğer suç işlemiyorlarsa, gereken denetim ve kontroller yapılmadığı için uzun bir zaman ülke içinde kayıtsız kalmaya devam ediyorlar. Bu mesele, hem ekonomik manada hem de insanlık onuruna uygun yaşam anlamında ciddi sorunları beraberinde getiriyor.

Peki, sonrasında ne oluyor? Ülkede herhangi bir yasal statüsü bulunmayan kişiler suç işledikleri takdirde yargılanmayı cezaevinde bekliyor, davası bitip hapislik cezası alınca da cezaevinde kalışı devam ediyor. Eski cezaevinin kapasitesinin üzerinde insan barındırmasını yıllarca eleştirdik ve bunun bir insan hakları ihlali meselesi olduğunu anlattık. Bir mahkûmun veya tutuklunun cezaevinde yaşayacağı işkence ve kötü muamelenin sadece dayak olmadığını, alıkonma koşullarının da işkence diye tanımlanmasa bile kötü muamele sınıfına girdiğini söyledik. Ama her zamanki gibi bir kulaktan girdi, diğerinden çıktı. Hatta “meyve veren ağaç taşlanır” denerek hedef haline getirilirdik.

Son olarak geçtiğimiz sene Kasım ayında yeni cezaevine geçilmesi ile kalabalıktan kaynaklanan sorunların çözüldüğü iddia edildi. Ama görüyoruz ki, 1 sene bile dolmadan onun da kapasitesinin üstüne çıkmayı başardık. 625 kişilik yerde, 844 kişiyi alıkoyuyoruz (!)… Esasen başarı, yeni ve büyük cezaevleri yapmak olmadığını anlamalıyız. Suç işlenmesinin önüne geçebiliyor musunuz? Ondan bahsedin.

***

Geçtiğimiz günlerde, bunlarla da çok alakalı, kontrolsüz nüfusu daha da arttıran bir olay ortaya çıktı. 2022 yılından beri İçişleri Bakanlığı sistemine “sızıp” (ki bakanlığın kullandığı sistem sağlayıcısı şirkette çalıştıkları söyleniyor) yasadışı şekilde oturma izni düzenleyen iki kişi yakalandı.  Bir yıldır bu şekilde verilen izinler neticesinde yaşanan kaosu düşünsenize. Sonra da nüfus kontrolü diyoruz, gelenin gidenin denetimi yapılmıyor diyoruz. Hâlbuki devlet imkânları kullanılarak, sahte izinler veriliyormuş da haberimiz yokmuş. Ha bir de, bu iki kişi de büyük ihtimalle kapasitesi dolan cezaevinde yerini alacak. Bu da yaratılan sorunun bir parçası.

Sonuç itibariyle, koltuk kapma savaşı ve kamunun malını cebine indirme yarışı sebebiyle, bu gibi gerçek sorunlara çözüm üretmeye vakit kalmıyor. Ceremesini de biz çekiyoruz. Biliyoruz ki, nüfusunu bilmeyen – denetleyemeyen  ve planlayamayan bir idare, hiçbir kamusal hizmeti gerektiği gibi sunamaz. Eğitimden sağlığa, asayişten sosyal hizmetlere kadar, tüm alanlarda gerçekleşen sosyal ve ekonomik çöküş, insan onuruna yaraşır yaşamı imkânsızlaştırdı. Artık oturup düşünecek vakit kalmadı. Ya ayağa kalkacak ve bu düzene bir dur diyeceğiz ya da karanlığa gömülen geleceğimizin ellerimizin arasından kayıp gidişine seyirci kalacağız. Kaybedecek bir şeyleri kaldığını düşünenler, bu sözüm size:Yokluk, yoksulluk ve yolsuzluk çok yakında sizin kapınızı da çalacak, şu anda komşunuzda”. Benden söylemesi.

Kaynak: DENETLEN(E)MEYEN NÜFUS, ARTAN SUÇ ORANLARI VE KALABALIKLAŞAN HAPİSHANE 

image_printPrint
ASLI MURAT | YENİDÜZEN
Eylül ayının 25'inci günü, 1985 yılında dünya ile buluştum. Sonbaharda doğduğumdan mıdır bilmem, hüzünlü bir yapıya sahibim. Hüzünlü ama üzgün değil. İnsan üzgün olmamalı. Aksi takdirde yaşama olan inancını kaybediyor. Eşitliği ve adaleti önemseyen sol görüşlü bir aile ortamında büyüdüm. Mücadeleci ve feminist duruşumun temelleri o zamanlarda atıldı. Sonrasında İstanbul Üniversitesi'nde Hukuk eğitimi aldım, 2008 yılında avukat oldum. Tabi ki ruhum bunaldı, içim içime sığmadı ve İstanbul Bilgi'de İnsan Hakları Hukuku master programında eğitime devam ettim. Ardından yine kafese dönüş. 2011'den beri barışı hayal ederek; avukatlık yapıyor, sivil toplumda araştırmalar yürütüyor, siyasetle haşır neşir oluyor ve yazıyorum.

BUNLAR DA İLGİNİZİ SEÇEBİLİR