| Politika |YENİDÜZEN

“GÜN GELİR, ZORBALAR KALMAZ GİDER…”

ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)

Toplum arasında “Protokol” olarak ifade edilen, “2022 KKTC Hükümeti ve TC Arasındaki İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması”, gündemimize düştüğünden beri çeşitli kesimler tarafından tartışılıyor. Özellikle TL’nin her geçen gün değer kaybetmesi karşısında, toplumun alım gücünü bir türlü yükseltmeyen hükümet edenler, gittikçe derinleşen yoksulluğa bir çözüm bulamadı. İnsanlar en temel yiyecek ihtiyaçlarını alırken bile iki kere düşünüyor, geleceğe dair ciddi bir kaygıya hapsoluyorlar.

Benzin fiyatlarındaki artış, özellikle özel sektörde çalışıp, açlık sınırının altında kalan asgari ücretle geçinmeye çalışanlar için ciddi bir çıkmaza neden oldu. İşlevsel bir toplu taşımanın olmayışı, ulaşım ihtiyacının karşılanması için alternatif üretilmesinin önüne geçiyor. Böyle bir durumda, herhangi bir işte çalışmak veya çalışmamak arasındaki fark gittikçe kapanıyor. Tabi ki bunun yanında artan işsizliği hesaba kattığımızda, insani olmayan çalışma koşulları bile kabul görüyor. Yıllık enflasyon % 98.12, yıllık gıda enflasyonu % 119.75. UBP – DP – YDP hükümeti tüm bu sorunlara bir çözüm üretiyor mu? Hayır.

Peki, ne yapıyorlar?

  • Bunca haksızlığa neden olan,
  • İradeyi devreden,
  • Ülkeyi parsel parsel satışa çıkaran,
  • Kültür ve dini değerler üzerinden toplum mühendisliği yapmayı hedefleyen,
  • En stratejik kurumlarımızı elden çıkaracak,
  • Gittikçe içinden çıkılmaz bir sorun haline getirilen vatandaşlık uygulamalarını kuralsız hale getirmeye çalışan ve bunlara benzer icraatlar karşısında, Kıbrıs Türk toplumunun mücadele etmesini önlemek için, ısmarlama yasa tasarılarını Meclis’e gönderip ivediliğinin alınmasını istiyorlar.

***

İvedilik, Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “çabuk, hemen yapılma gerekliği” diye tanımlanıyor. Kelimeyi çok eğip bükmeye gerek yok. Anlamı gayet açık. Eğer çok acil bir durum varsa ve zaman kaybedilmesi halinde kötü sonuçlar oluşabilecekse, Meclis’e sunulan öneri veya tasarıların ivediliği için başvuru yapılabilir. İvediliği alınmak istenen tasarıları bu çerçeveden de ele almak gerekir.  İçerikleri incelendiğinde, insan hakları sözleşmeleri başta olmak üzere, KKTC Anayasası ile de birebir çelişen düzenlemelerin, bu denli acil bir şekilde yasalaştırma ihtiyacı nereden neşet etti?

Dün gerçekleşen oturumda buna dair hiçbir açıklama yap(a)mayan atanmış bakanlar kurulu ve iktidar milletvekilleri, muhalefet vekillerinin soruları ve karşı çıkan konuşmalarına yönelik herhangi bir cevap veremediler. Hatta az da olsa sarf ettiği cümlelerden anladık ki, aslında birçoğu bakanlar kurulundan onaylanıp Meclis’e gönderilen tasarıları okumamış bile. Yaşanan rezilliği, biz K. T. Barolar Birliği İnsan Hakları Komitesi üyeleri ve çeşitli sendikaların yöneticileri canlı şekilde, dinleyici locasından takip ettik. Yüzlerine, gözlerinin içine baktık. Belki utanır ve bu ülkenin geleceğini düşünürler diye.

***

Bariz bir şekilde belli oluyor ki, aldıkları emirleri yerine getirirken herhangi bir muhalif sesin çoğalmasını istemiyorlar. Karşı çıkılacağından o kadar eminler ki, öncesinde korku iklimi yaratmak işlerine geliyor. Belki de söz konusu tasarılar yasalaş(a)mayacak – ki öyle olmalı, izin vermemeliyiz- ama onlar şu anda yürütülen tartışmalar ile toplumu tedirgin edecekler. Ne de olsa örnek alınan ülkenin koşulları ortada. Güzelim Türkiye’yi karanlığa gömen, demokrasiyi katleden, hak ve özgürlükler için mücadele eden kesimleri hapseden – sürgüne gitmelerine neden olanları örnek alıyorlar.

Gelin ayrıntılara biraz daha yakından bakalım.

  • Toplu iş sözleşmesi hakkını budayacak,
  • “Ortak değerlerin korunması” maskesi altında toplumsal değerler ve müfredat daha yoğun olarak “Türk – İslam sosuna” bulanacak,
  • Devletin en temel niteliklerinden biri olan laikliği zedeleyecek din işleri iyice devletin içine sokulacak,
  • Sivil toplum örgütlerinin yürüttüğü mücadeleler, “dezenformasyon yaratıyorlar” diyerek engellenecek,
  • Ceza Yasası ile Özel Hayatın Gizliliği ve Hayatın Gizli Alanının Korunması Yasası temelinde sosyal medya “polisliği” yasallaşarak adeta her an izleniyoruz algısı yerleştirilecek,
  • 1921 tarihinden sonra aslında çöpe atıldığını düşündüğümüz Müfsidane Yayınlar Yasası adeta bir hayalet gibi yeniden dirilecek ve yargılamalar sonucunda verilecek cezalar 6 aydan 5 yıla çıkarılacak…

***

Özet olarak, bir yazıya sığamayacak kadar hak ihlali yaratan ve ekonomik uçurumu daha da keskinleştiren adımlar atacaklar. Toplumu hem sosyal hem de ekonomik manada yok oluşa sürükleyen bir planda, tabi ki aksi bir ses çıkmasını istemeyecekler. Çünkü atacakları her bir adım, ülkedeki demokratik dokuyu ortadan kaldırıp, otoriterleşmeye zemin yaratacak. Bu yüzden acilen ve ivedi olarak bu tasarıları getirdiler ki, sebep olacakları yıkıntıya kimse karşı çıkma cesaretini gösteremesin.

Tabi ki bu gibi adımların ters tepeceğini, kimseyi susturmayacaklarını ve belki de daha fazla ses çıkarılacağını hesaba katamadılar. Geçmişte de bugün de, dünyanın her yerinde olduğu gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde de baskılar, karşısında hak ve özgürlük sevdalılarını bulur. Taklit ettikleri ve emir aldıkları coğrafyaya da bakarlarsa, oradaki insanların yılmaz mücadelelerini görecekler. Eğer biraz daha objektif olabilirlerse, itaat ettikleri zorbanın kaybetmeye yakın olduğunu da fark edebilirler.

“Gün gelir, zorbalar kalmaz gider…” Gider gitmesine de, onu sağlamak için boş durmak olmaz. Meclis’te dün olduğu gibi Cumhuriyetçi Türk Partisi ve eğer partilerinden ihraç edilmezlerse Halkın Partisi vekillerine, dışarda da bizlere, meslek örgütlerine, sendikalara, derneklere, sivil toplum örgütlerine, Meclis içi ve dışındaki siyasi partilere büyük bir görev düşüyor. Hep birlikte, hem özgürlüklerimiz için hem de bilinçli bir şekilde yaratılan yoksullaşmaya, irademizin devredilmesine karşı mücadele etmeliyiz. Başka bir çaremiz yok…

Kaynak: “GÜN GELİR,ZORBALAR KALMAZ GİDER…” – Aslı Murat

image_printPrint
ASLI MURAT | YENİDÜZEN
Eylül ayının 25'inci günü, 1985 yılında dünya ile buluştum. Sonbaharda doğduğumdan mıdır bilmem, hüzünlü bir yapıya sahibim. Hüzünlü ama üzgün değil. İnsan üzgün olmamalı. Aksi takdirde yaşama olan inancını kaybediyor. Eşitliği ve adaleti önemseyen sol görüşlü bir aile ortamında büyüdüm. Mücadeleci ve feminist duruşumun temelleri o zamanlarda atıldı. Sonrasında İstanbul Üniversitesi'nde Hukuk eğitimi aldım, 2008 yılında avukat oldum. Tabi ki ruhum bunaldı, içim içime sığmadı ve İstanbul Bilgi'de İnsan Hakları Hukuku master programında eğitime devam ettim. Ardından yine kafese dönüş. 2011'den beri barışı hayal ederek; avukatlık yapıyor, sivil toplumda araştırmalar yürütüyor, siyasetle haşır neşir oluyor ve yazıyorum.

BUNLAR DA İLGİNİZİ SEÇEBİLİR