ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Konteyner Devlet
Eğitim hakkı, toplumsal manada o kadar önemlidir ki, anayasada koruma altına alınmıştır. Devlet özel eğitim gereksinimi duyan bireyler için önlem almayı da içerecek şekilde, herkese eğitim sunmak zorundadır. Kimse, vatandaş olsun veya olmasın fark etmez, öğrenim ve eğitim hakkından yoksun bırakılamaz.
Bu hak daha ayrıntılı bir şekilde Milli Eğitim Yasası içerisinde de düzenlenmiştir. Ona dair çeşitli eleştirilerim var ama şimdilik es geçiyorum. Çünkü eğitim söz konusu olduğu zaman maalesef mevzuattan öte ciddi bir zihniyet sorunumuz var.
6 Şubat depremi ardından toplumun geneline yayılan ve son zamanlarda yakın bölgelerde orta şiddette yaşanan yer sarsıntıları ile hatırlanan travma henüz iyileşebilmiş değil. Can kayıpları için yürütülen hukuki mücadelenin yanında, bir de yıkım korkusu mevcut. Özellikle çocukların eğitim aldığı okul binaları hususunda daha da hassasiyet geliştirdik. Bunun somut gerekçeleri de vardı. Okul saatinde veya dışında yıkıntılar meydana geliyor. Neden? Çünkü binalar güvensiz. Ama bu yeni bir bilgi değil. 2023 yılında gerçekleşen depremden iki yıl önce, 2021’den beri öğretmen sendikaları bas bas bağırıyor. Hatta bağırmakla da kalmıyor, okullara yönelik raporlar hazırlayıp kamuyu ile de paylaşıyorlar. Bir nevi devletin yapması gerekeni, sendikalar yapıyor.
Kısacası mesele güncel ama yeni değil. Bu kadar zaman içinde kaynak yaratılıp binaların güçlendirilmesi gerekirken, dâhiyane “hükümet” ne yaptı? Savaş ve yokluk dönemlerinde mecbur kalınan bir çözüm buldu: Konteyner sınıflar! Hade 2021 yılına gitmeyelim. Konu Mart 2023’ten beri bu toplumun gündemini meşgul ediyor. Yani aradan 1 buçuk yıl gibi bir süre geçti. Niye bir çivi bile çakılmadı?
Bir diğer problem ise öğretmen alımlarında yaşanan kaos. Geçmiş zamanda, ihtiyaç duyulan bölümlerden mezun kişiler olmadığından yurtdışından öğretmen talep edilirken, günümüzde de bunu devam ettirmek, Kıbrıslı Türk gençlerin geleceğine taş koymaktan başka bir işe yaramıyor. Belli ki bazı emirler demiri kesiyor ve ülkede kök salmaya çalışanlar rahatlıkla gözden çıkarılabiliyor.
İnsan onuruna ve hayatına önem veren devletler; eğitimin içeriğini ve teknolojik gelişmeler ile güçlendirilmesini konuşurken, biz ; bina güvenliğini, yağmur çamur aşırı sıcakta çocukların sağlıksız fiziki şartlarda eğitime erişimini, kalabalık sınıfları ve Türkçe bilmeyen çocukların Türkçe eğitim veren okullardaki durumunu tartışıyoruz. Bu ne menem bir acizliktir!
***
Korumasız Çocuklar
Memleket her geçen gün daha yaşanmaz bir yere dönüşüyor. Bu koşullarda en yoğun şekilde hak ihlâline maruz kalan gruplardan biri de çocuklar. Yaş itibariyle küçük olduklarından ötürü daha yoğun bir korumaya ihtiyaç duyuyorlar. Devlet maalesef bu görevini layığı ile yerine getiremiyor.
Önceki başlıkta değinmeye çalıştığım eğitim meselesi, aslında çocukların korunması ve güçlendirilmesinde önemli bir araç. Herhangi bir ihmal veya istismara maruz kalan bir çocuk eğer haklarını bilir ve bunları dile getirebilme gücünü elde ederse, önleyici adımların büyük bir kısmı atılmış olur. Devlet okullarının müfredatında insan hakları ve yurttaşlık eğitine yönelik herhangi bir derse rastlamak mümkün değil.
KKTC Meclisi 2011 yılında, Avrupa Konseyi’nin (AK) Çocuk Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesini onay yasası çıkararak mevzuata dahil etti. Ardından özellikle 2014 yılında Ceza Yasası’nda bu sözleşme çerçevesinde, çocuk istismarının cezaları ile ilgili bir iyileştirme yapılsa da bunu ötesine geçilemedi.
Biliyoruz ki bu gibi fiilleri engelleyebilmenin en önemli yolu cezalandırmak değil. Evet ceza, bir suç işlendiğinde adaletin sağlanması adına önemli bir sonuçtur ama suçun yeniden işlenmesini engelleme hususunda yeterli etkiyi yaratmaz. Esas olan, mevcut riskleri iyi değerlendiren bir sistem kurup önleyici politikaları hayata geçirmektir.
Bahsedilen sözleşmenin vurgu yaptığı en önemli nokta, risk değerlendirmesi yapacak kurumsal mekanizmaları oluşturmaktır. Sosyal Hizmetler’in güçlendirilmesi ve her bir toplumsal grupla (çocuklar, engelliler, göçmenler, yoksullar, yaşlılar, eski mahkumlar, bağımlılar vb) ayrı ayrı çalışacak uzmanlaşmış çalışma grupları oluşturulması gerekir. Eski yöntemlerle bu işin yapılması mümkün değildir. Kadınları ve lgbti+ları saymadım. Çünkü onlarla ilgilenecek bir daire var (TOCED). Her ne kadar tam teşekküllü çalıştırılmasa da en azından mekanizması kuruldu.
Bazı durumlarda yakın izlemenin önemi çok büyük. Eğer ev içi şiddet meselesi, herhangi bir şekilde devletin bilgisine gelmişse (hastane, polis veya sosyal hizmetler) derhal takip süreci başlamalı ve o hak ihlali giderilmeden devlet elini o alandan çekmemelidir. Arda’yı hatırlayın, Ağustos ayından hayatını kaybetti. Ama geçmişi karıştırdığınızda ciddi bir şiddet deneyimi olduğu ortaya çıktı. Bir çocuk fiziksel manada şiddete maruz kalmasa bile (ki bu örnekte aksi yaşanmışlık var) evdeki başka bireylere, annesine yönelen şiddetin de mağduru ve tanığıdır. Bu noktada güçlendirmenin her bir bireye yönelmesi ve tamamlanmadan da o evden devletin “çıkmaması” gerekir.
Diğer bir örnek İskele’de gerçekleşen ve zihinsel engelli bir kız çocuğuna tecavüzle gündeme gelen olay. Mahkemeye aktarılan ayrıntılardan öğreniyoruz ki bu olay uzun bir süredir yaşanıyor. Tabi ki tüm sorumluluğu devlete yükleyecek değilim. Ama şunu söylemek isterim ki, engellilerin korunması tıpkı çocuklarda olduğu gibi ciddiyetle üzerinde durulması gereken bir mevzu. Bahsettiğim risk değerlendirmesi, her engelli kişi için ayrı ayrı yapılmalı. Bunun için de devletin veri toplaması gerekir. Acaba bu ülkede yaşayan engelli kişilerin sayısı nedir, ne gibi ihtiyaçları vardır? Devlet görevlileri tarafından düzenli şekilde hepsi takip edilir mi? Her yaş grubundan engellinin psikolojik ve diğer ihtiyaçlarını karşılayacak bir yapı mevcut mu?
Umarım bu soruların hepsinin bir yanıtı vardır da ben gereksiz yere kaygılanıyor ve eleştiri yapıyorumdur.