ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
İşgalin üzerinden 29 yıl geçtikten sonra, 23 Nisan 2003’te, Ledra Palace geçiş noktasının açılışına şahit olduğumuzda, onunla büyüyen bizler bu gelişme karşısında şaşırmıştık.
O günün ilerleyen saatlerinde, bir arkadaşımla birlikte oraya ‘otopsi’ yapmaya gittiğimizi hatırlıyorum. Rokkas [Kaytaz] burcunun altında durduk ve uzun bir süre insanları, Kıbrıslı Rumları ve Kıbrıslı Türkleri izledik. Bazıları ‘öbür tarafa’ geçmek için sabırla beklerken, diğerleri geri dönüyor, köylerini ve evlerini ziyaret ettikten sonra yaşadıkları ve hissettikleri hakkında konuşuyorlardı.
Olaydan önceki günlerde, Rauf Denktaş’ın niyetiyle ilgili televizyondan yapılan yayınlara kimse gerçekten inanmamıştı. Bir noktada arkadaşıma “Nelere şahit olduğumuzun farkında mısın?” diye sordum ve cevabını beklemeden “Gözlerimizin önünde tarihin yazılmasına tanık oluyoruz. Bu akşam haberlerde, insanların köylerine ve evlerine gittiklerini ve en önemlisi tek birinin bile burnu kırılmadan geri döndüklerini gördüklerinde, yarın burada neler olacağını hayal bile edemezsin.” dedim. Ki tam olarak da öyle oldu, Lefkoşa’nın ana yolları tamamen tıkanmıştı. O zaman toplanan veriler, sadece ilk 15 gün içinde 260 bin Kıbrıslı Rumun ‘Yeşil Hattın’ diğer tarafına geçtiğini, Kıbrıslı Türklerin sayısının da benzer olduğunu gösteriyordu.
O dönemden bugüne 20 yıl, 240 ay, 7.300 gün geçti… Evet, o zamanlar, bugün olduğu gibi, birçok insan geçiş noktalarının açılmasını olumlu bir şey olarak görmedi. Birçok kişi durumun farklı olmasını isterdi ve ellerinde olsaydı geçiş noktalarını tamamen kapatırlar, sürekli vaaz verdikleri gibi “… ve araya bir duvar” dikerlerdi. Ancak bir kez bile katliam yaşanmadı.
Hatta, o dönemde birçok insanın gösterdiği çabayı, insanların geçişini engellemek için yaydıkları korkuyu hatırlıyorum. Ayrıca, bir yıl sonra, Omorfo [Başpiskoposu] Neofitos (o zamanlar hala sağlıklı bir zihne sahipti) ilk kez Ay Mamas’da bir ayin düzenleyeceğinde, o dönemin hükümetinin bir bakanını televizyonda Kıbrıslı Rumların öldürüldüğüne dair bilgiye sahip olduğunu açıkladığını da hatırlıyorum…
Elbette, [geçen] 20 yıl içinde saldırılar ve şiddet olayları oldu – hakaretler, darp edilmeler, arabaların taşlanması, lastik kesmeler, kundaklamalar… Tabi bu olayların bir kısmının belirli bir konumdaki, belirli bir futbol takımı ve siyasi çevreyle ilişkili insanlar tarafında yapıldığı açıkça belliydi. Üstelik açıkça siyasi, milliyetçi, ırkçı gerekçeleri vardı.
Ayrıca, birçok kişinin (medya dahil) bu tür saldırıları örtbas ettiği de bir gerçektir ki bu, ne zaman yaşansa kesinlikle kınadığımız ve eleştirdiğimiz bir şeydir. Ancak, tekrar ediyorum, geçiş noktalarının açılmasından sonra bazıları tarafından ‘beklenen’ katliamı bu yirmi yıl boyunca görmedik.
Evet, birçok şeyin beni rahatsız ettiğini sizden saklamayacağım. Daha birçok konuda da endişeleniyorum. Son yıllarda, özellikle gençler arasında, milliyetçi bir yükseliş olduğunu fark ettim (ve güçlü bir dini duygu patlaması – bunların birbirleriyle ilişkili olup olmadığını bilmiyorum, ama bunu buraya not ediyorum). Çok fazla bağnazlık var. Son olay göz önünde bulundurularak yapılan yorumları okurken, olayın arkasındaki motivasyon ve nedenlere bakılmaksızın, Kıbrıslı Türklere karşı büyük bir öfke olduğunu ve birçoğunun onlara yapılan saldırılara karşı hissettikleri – gizli bir… söylemeli miyim? Boş ver… – tatmin olduğunu fark ediyoruz. [Çevirmenin notu: Yazar Ayia Napa’da iki Rum erkek tarafından bir Kıbrıslı Türk kadına yapılan son saldırıyla ilgili yorum yapıyor.]
Görüyorsunuz, ‘diğer tarafta’ da – bizim kendi aramızda, Kıbrıslı Rumlarda da demek istiyorum muhakeme yetisi kayboluyor – endişe artıyor. Çünkü yukarıda bahsettiklerimin doğal bir sonucu olarak zihin iki kat daha fazla çalışmak zorunda kalıyor. Histeri, düşüncesizlik ve aceleci çıkarımlar hiçbiri işe yaramaz. Hızlı bir tepki ortaya çıktığında, yangına körükle gitmeye veya bazı olaylarla ilgili aşırı kaygılanmaya gerek yok. Unutmamalıyız ki, tepemizin atması için ve – kelimenin tam anlamıyla – kendimizi kaybetmemiz için iki salak yeter de artar bile (ki birçok kişi buna hazır durumda). Bu ülkede bizi sadece sağduyu, ılımlılık ve soğukkanlılık kurtaracaktır.
Kaynak: MUHAKEME YETİMİZİ KAYBEDİYORUZ