ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
CUMA GÜNÜ Politis gazetesinde yayımlanan, üst düzey bir polis memurunun Merkezi Cezaevi Müdürü Anna Aristotelus’un özel yaşamıyla ilgili video görüntülerini elde etme çalışmasıyla ilgili haber, geçtiğimiz hafta topluca tutulan yasın yerini kitlesel kızgınlığa bıraktı.
Belki de olayı dramatize etmek için abartmış olabilirim, zira medyanın toplumun öfkesini yükseltmek için gösterdiği onca çabaya rağmen, ülkenin önde gelen ve düzgün kişileri radyo ve televizyon programlarına katılarak kızgınlıklarını ifade etmedi.
Büyük olasılıkla bunun nedeni Aristotelus’un popülaritesinin basın camiası ile sınırlı olmasıdır. Kendisi hiçbir zaman devlet maliyesinden sorumlu ve insanlara devlet yardımı dağıtan bir kişinin cazibesine sahip olmadı. Yine de, mahkûmlar arasında popüler olduğu söylenir.
Medya olaya geniş yer verdi ve Aristotelus Cuma günü ekrana çıkarak çok fazla içeriği olmayan bu olayı anlatma fırsatı buldu. Çok zeki olmayan narkotik şubesinde üst düzey bir polis subayı – ve bunlardan bol sayıda var – uyuşturucudan hapis yatan bir mahkûmdan Aristotelus’ın özel hayatı ile ilgili bir video görüntüsü bulmasını ister.
Ne yazık ki, haberlerin hiçbiri, ilgili polis memurunun Aristotelus’un özel hayatının hangi kısmıyla ilgilendiği konusunda herhangi bir ipucu vermedi. İstediği Aristotelus’un çöpü çıkarırken, televizyon izlerken, bulaşık yıkarken yoksa seks yaparken çekilen görüntüleri miydi?
BU OLAY, işe yaramayan ucuz tiplerin, en çok sevdikleri işi yapmaları için ideal fırsatı oluşturdu –ahlaki üstünlük taslayarak polis kuvvetlerindeki yolsuzluk hakkında kızgınlıklarını belirtmek. Ancak hikâyenin özünü kaçırdılar.
Düşük zekâ, polis kuvvetlerinde yükselmek için hiçbir şekilde engel teşkil etmiyor. Hatta herhangi bir zekâ göstergesi terfi almanız konusunda aleyhinize çalışabilir. Sürekli televizyonlara çıkan söz konusu polis memuru – bu iddiaların doğru olması halinde – Darwin ödülüne aday gösterilebilir.
İlk olarak, kayıt altında olabilmesi için taleplerini mahkûma kendi telefonunu kullanarak SMS olarak gönderdi. Politis bu mesajların bazılarını paylaştı. “Tek istediğim ona gerçekten zarar verebilecek görüntüler. Eğer sende varsa veya bulabilirsen bana gönder. Anna başka bir göreve getirilmeden ben ne yapacağımı biliyorum.” Polis memuru Anna’nın adını kullandığı için başkasından söz ettiğini de iddia edemez.
İkincisi, yazılanlara göre uyuşturucu suçlamasıyla uzun bir hapis cezasına çarptırılmış bir mahkûma güvenerek yardım istedi. Bazı haberler kendisine para ve şartlı tahliye sözü verdiğini dahi iddia etti.
Üçüncüsü, bir hücreye tıkılıp kalan birinin kendisine Aristotelus’un “özel anlarıyla” ilgili görüntüler elde edebileceğine inandı.
ARİSTOTELUS, medyayı kendi kişisel profilini oluşturmak için çok iyi kullanmayı beceren kamu görevlilerden birisi. Medyayı iyi anlayan ve görevini düzgün yapan bir cezaevi müdürü olarak, çoğu zaman basında olumlu bir imajı var.
İsteseydi, konuyu medyanın dikkatine getirmeden polis müdürüne ve savcılığa taşıyabilirdi, ancak bu konuyu basının önüne getirerek sadece geliştirmeye çalıştığı – iyi ve dürüst bir kamu görevlisi – imajını değil, aynı zamanda halkın sempatisini kazanmasına da katkı sağlayacağını çok iyi biliyordu.
Kendisi, işini iyi yapan bir kadına katlanamayan, tuttuğu pozisyonun bir erkek tarafından yürütülmesi gerektiğini düşünen ve onu rezil etmek isteyen şoven erkek bir polisin kurbanıydı. Anlatılan hikâye şu anda bu şekilde. Aritotelus, imajını biraz daha yukarı çekme arzusuna yenik düşerek, ekrana çıkıp neden konuyu kamuoyunun dikkatine getirdiğini anlattı.
Ortada bir video olmadığını söyledi ve ekledi: “Bu kadar yüzeysel çarpıtmalarla, üst düzey bir memur başkasının özel yaşamını ihlal ediyor. Böyle bir usulsüzlüğün üzeri örtülmemeli. Ne pozisyonum, ne haysiyetim, ne de ahlaki değerlerim böyle bir olayın karşısında sessiz kalmama izin vermez.”
Polis memurunun avukatlarının, mahkûma gönderilen mesajların yayınlanmasının kişisel verilerin korunması kanununun bir ihlali olduğunu iddia edeceği konusunda bahse girmek ister misiniz.
CUMHURBAŞKANI adayı ve Disi’nin ustası Averof Neofitu, geçtiğimiz cuma günü oldukça mutluydu; zira Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis ve Avrupa Halk Partisi Başkanı Manfred Weber, partisinin düzenlediği ‘siyasi-ideolojik’ konferansa katılarak, ona iltifatlar yağdırıp desteklerini belirttiler.
Prez Nik (Nikos Anastasiadis) de törene katılanlar arasındaydı ve o da ilk kez Averof’un adaylığına daha önceki destek açıklamalarına nazaran bu kadar açık bir şekilde destek belirtti. Buraya kadar gelen Mitsotakis ve Weber’in önünde farklı konuşması ve davranması beklenemezdi zaten. Hatta, 2003’te olduğu gibi Disi oylarını bölmekle tehdit eden çırağına da saldırmadan geçemedi.
Bir adayın, popülaritesi ortada olan Nik tarafından desteklenmesinin iyi bir şey olup olmadığı konusunda ciddi şüphelerim var. Ancak parti dışından birinin anlayamayacağı sebeplerden dolayı, hala daha Disi seçmenleri üzerinde olumlu bir etkisi olduğu söyleniyor. Ve kendisi cesurca, Başpiskopos’un da söylediği gibi, yeni Makarios’un adaylığını destekleyen kızlarına karşı durabildi.
BU SEÇİM kampanyası toplantısının adını “siyasi, ideolojik konferans” koyma fikri kime aitti merak ediyorum. Bu tür isimler teorik tartışmalara bayılan ve sürekli krizi yaşayan Marxist partiler tarafında kullanılır.
Liberal, sağ görüşlü partiler, pragmatik ve duruşları konusunda net oldukları için bu tür sorunlarla uğraşmazlar. Disi gerçekten ideolojik bir sorgulamaya gerek duyuyor muydu, yoksa amaç herkese her türlü sözü veren, herhangi bir siyasi görüş veya ideolojiye sahip olmayan siyaseten boş adayları deşifre etmek miydi?
Marxist terminolojiden söz etmişken, kamusal söyleme giren yeni bir terim var–revizyonist. Mitsotakis ve bakanları bu terimi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın agresif söylemlerinden söz ederken sıkça kullanıyorlar. Bizim Nik da bunu kaptı ve sürekli olarak kullanıyor. Kendisi geçtiğimiz perşembe günü, Erdoğan’ın “revizyonist söylemlerine” kapılmayacağını söylemişti. Kendisi “revizyonisttir” çünkü, uluslararası hukuku kendi gündem ve çıkarlarına göre yeni şekillerde yorumluyor.
Marxistlere göre bu terim, kapitalizmin şiddetli bir devrim yolluyla alaşağı edilmesi gerektiği öğretisine karşı çıkanlar için aşağılayıcı bir şekilde kullanılır. Disi’nin ‘siyasi, ideolojik konferansında’ herhangi bir revizyonist konuşmadı.
YENİ Makarios, şimdilik, klasik mazlum tarzıyla, Averof’un cumhurbaşkanı adaylarının katılacağı canlı bir tartışma programı düzenleme önerisini reddediyor. Çünkü önceliği, “beklentilere, herkesin söylediği gibi cevap bekleyen vatandaşlar diyaloğu.”
Sıcak hava satıcısının, Edek’in Dr Sizo’suyla görüşmesinden sonra söylediğine göre, bu diyalog, “sosyal liberalizm üzerine kuruludur ve amacı, başka şeylerle birlikte, ekonominin ve toplumun bel kemiğini oluşturan orta sınıfı güçlendirmek ve genişletmektir.”
Perşembe günü eğitim sendikası Poed’in yöneticileri ile görüştü ve seçim ofisi tarafından yapılan yazılı bir açıklamaya göre, “ideolojik ve siyasi (yine o terimi kullandı) çerçevesini genişleterek, toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren bir konu olan eğitimin programının öncelikleri arasında yer aldığını ifade etti.” Aynı zamanda Poed’i, devlette eğitim ve eğitimin geneli ile ilgili öncellikleri konusunda bilgilendirdi.
Programının, halkla diyaloğunu tamamlamasından sonra, sonbaharda hazır olacağını bildiğimize göre, eğitimin öncellikleri arasında yer aldığını nerden biliyor? Konuştuğu vatandaşlar, eğitimin toplumun tümünü ilgilendirdiğine inanmayabilirler.
PREZ Nik yönetiminin en büyük fiyaskosu, kuşkusuz enerji politikasıdır. Olaya reklam açısından yaklaşan Niko, Kıbrıscığı bölgedeki enerji planlarından dışlamayı başardı. Bunu da bizlerin bir enerji merkezi olacağımız yönündeki açıklamalarına rağmen yaptı. Tam tersine, bu konuda tam bir hayal kırıklığı yaşandı.
Çarşamba günü, Mısır, İsrail ve AB arasında Doğu Akdeniz Gaz Forumunda bir mutabakat anlaşması imzalandı. İsrail’in gazı Mısır’daki sıvılaştırılmış gaz tesislerine, oradan da AB ülkelerine ihraç edilecek. Kıbrıscığın tek katkısı, AB Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in de katıldığı foruma, enerji bakanı Natasa Pilidou’nun başkanlık etmesi oldu. Forumda, müstakbel enerji merkezi Kıbrıscığın adı bile geçmedi.
Tüm bu açıklamalar ve Nik’in üçlü bir ittifak oluşturma çabasıyla Mısır ve İsrail ile imzalamış olduğu mutabakatlar, tek bir şeyi garantiledi –Kıbrıscığın bölgedeki enerji planlarından dışlanmasını. Belki de adaylardan Andreas Mavroyannis’in, tartışmalara neden olan, doğal gazımızı Türkiye’ye satma önerisi çok da kötü bir fikir değildir, ne de olsa bizim üçlü ittifaktan satın aldıkları için kimse doğal gazımızı istemiyor.
AB-MISIR-İSRAİL mutabakatının kendileri için utanç verici olduğunu fark eden hükümet, gazla ilgili yeni sahte umut yaratacak bir şey buldu. RİK’in Cuma gecesi yayınladığı bir habere göre, hükümet, Energean isimli bir doğal gaz arama ve üretim (E&P) şirketinin İsrail’den Kıbrıscığa doğal gaz taşıma önerisine sıcak bakıyor. Haberde gazın İsrail’den adaya boru hattıyla geleceği, burada sıvılaştırılacağı ve daha sonra Avrupa’ya satılacağında söz edildi. Bilmemiz gereken tek şey, bunun EastMed boru hattının kurulmasından önce mi, sonra mı gerçekleştirileceğidir.
ÜZGÜNÜM, tahınlı bidda hikayesi yazacak yerim kalmadı ama söz veriyorum gelecek hafta konuyla ilgili geniş bir ekonomik analiz yapacağım. Aynı zamanda tahınlı biddanın siyasi ideolojik önemini ve toplumun tümünü nasıl etkilediğini de inceleyeceğim.
Kaynak: KAHVEDEN HİKAYELER: TÜM İNSANLARA HER ŞEYİN SÖZÜNÜ VERMENİN SİYASİ İDEOLOJİSİ