ENGLISH (İNGİLİZCE) ΕΛΛΗΝΙΚΑ (YUNANCA)
Daha önceki açıklamalarında Kıbrıs sorununda selefinin yolunda yürüyeceği mesajını veren yeni Başpiskopos Yorgos Papahrisostomu’nun geçtiğimiz pazar günü Simerini gazetesiyle olan mülakatında verdiği mesaj “Dayanın, kurtuluş günü gelecektir” oldu. Tabii kendisi, “bölünme bizi korkutmamalı” görüşüne katılıp katılmadığını veya selefinin fikrine benzeyen dahiyane başka bir fikri olup olmadığını belirtmedi: Umarım hatırlıyorsunuzdur, kendisi kilisenin bağış kutularını açma niyetinde olduğunu, yurt dışından uzmanlar davet edeceğini, Kıbrıs sorununun çözümünü bir kâğıda dökmeleri için onları ödeyeceğini, bunu daha sonra BM’ye göndereceğini ve BM’nin de Hrisostomos parasını verdiği için, bunu Türkiye’ye dayatacağını söylemişti! Bu kuşkusuz muhteşem ve orijinal bir fikirdi, ancak sebebini izah edemeyeceğimiz nedenlerden dolay, hiçbir zaman uygulanmadı.
Yorgos mülakatında, “Dayanın, kurtuluş günü gelecektir. Savaşanların kazanma şansı vardır. Her şeyiyle teslim olanın kesinlikle umudu olmayacaktır. Tanrı bize yardımcı olacaktır…O gayret edenlere yardım eder,” dedi. ‘Kurtuluş’ sloganını ve bunu kullananların bu kavramdan ne anladıklarını analiz etmenin cazibesine karşı direniyorum – örneğin işgal kuvvetlerinin çekilmesi ve garantilerin sonlandırılması veya onun da ötesinde bir şey mi? – ki bu hiç değilse, safsatanın seviyesini anlamamıza yardımcı olur. Özellikle de liderlerimizin, artık yarım asırlık olan ve niyetlerinin, ki bugün Ankara’nın resmi olarak uzak durduğu, bir çözüm olduğunu belirten belgelerde imzalarının bulunduğunu dikkate alırsak (bizler ‘beyin fırtınası’ yapmakla kaldık). Dolayısıyla ben bunun cazibesine karşı direniyorum. Bu bizi zor yollara soktuğu için değil, Sonsuz Mutluluk Hazretlerinin “dayanın” sözleri bana eski günlerden bir şeyi hatırlattığından – sonuç olarak, Kıbrıs sorununda da, Karl Marx’ın meşhur sözlerinde söylediği gibi, “tarih tekerrürden ibarettir, ilkinde trajedi, ikincisinde komedi vardır”. Matta İncili’nde de benzer bir söz vardır, “son aldatmaca ilkinden beter olur.”
Öyle ki, Makarios 55 yıl önce, Şubat 1967’de, Türklerin moralinin çok düşük olduğunu görmüş ve onların “teslim” olabilecekleri olasılığını göz ardı etmemişti. “Her şey Rumların kontrolünde olacağında, Kıbrıs’taki yeni Türk nesli nasıl olacak? Ne kadar dayanabilirler? Direnebilirler, 3-5-10 ayın içinde Türklerin teslim olacağını kesin bir şekilde söyleyemeyeceğim ancak böyle bir sonucu da tümüyle göz ardı etmiyorum. Moralleri çok düşük.” Bir yıl sonra, 1968 yılında, aynı adam: “Ya yakında bir anlaşmaya varacağız ya da bir çıkmaza gireceğiz. Her halükarda, kötü bir çözümdense, barışın devam ettirilmesi koşuluyla, şimdiki durumu tercih ederim. Zaten adada tamamen Rumlardan oluşan bir hükümet var. Türkler hükümetin bir parçası değil. Bu nedenle, bence (bir anlaşmaya varmak için) acele etmememiz lazım.” “Mevcut durum” birkaç yıl sonra darmadağın olmuştu ve Ekim 1974’te, daha sonra Başpiskopos I. Hrisostomos olan Baf Metropoliti, Avgi gazetesine verdiği ve daha sonra Filelefteros’ta yeniden yayınlanan bir mülakatta başkanın stratejisini açıklamıştı. Kendisi bu stratejinin yeni Başpiskopos’un “sebat edin” sözlerine benzeyen bir sebat ve sabır politikası olduğunu söylemişti: “Türkler birkaç bölgeye hapsolmuşlardı. Moralleri çökmeye başlamıştı bile. Durum bizim açımızdan sebat ve sabır gerektiriyordu. Moralleri atışmaya ve kavga etmeye başladıklarında yükseliyordu, aksi taktirde bölüneceklerdi. Bazıları yurt dışına kaçacaktı ve [direniş] çökecekti. Enklavlarda uzun bir süre dayanamazlardı. Makarios’un politikası bir sebat ve sabır politikasıydı. Kıbrıs bir Rum hükümeti tarafından yönetiliyordu. Her yer Rumlarındı ve her yerde Rumlar vardı…” O zaman sebat edelim, kurtuluş gelecektir.
Kaynak: “BİR SEBAT VE SABIR MÜCADELESİ”